Aydınlanmada Din, Devlet ve Eğitim
Kant, “Aydınlanma nedir ?” sorusuna, şöyle cevap vermiş: “Aydınlanma, insanın kendi hatası ile düştüğü reşit olmama durumundan kurtulmasıdır. Reşit olmayış, kendi aklını başkasının yardımı olmadan kullanamamaktır. Gerekli kararlılık ve cesaret eksikliğinde suçlu olan bizzat insanın kendisidir. Kendi aklını kullanmak cesaretine sahip ol!” Bu, Aydınlanmanın parolasıdır.
Akılcı düşünce yalnızca tabiat üstü olan her şeyi değil, aynı zamanda tabiat dışı olan her şeyi de reddetmekte, “Tabiata dönmek” Aydınlanmanın ana parolalarından birini teşkil etmekteydi.
Yunan aydınlanmasını yaratan Sofistler’in parolası da “İnsan her şeyin ölçüsüdür” idi. Eski geleneklerin terk edilmesi, her iki Aydınlanmada ortaktır. Ama Sofistler, bilgilerimizdeki görelilik üzerinde durup aklın gücünü küçük görürken, 18. yüzyıl Aydınlanmacıları aklın hemen hemen sınırsız bir güce sahip olduğuna inanmışlardır. Aydınlanmanın temsilciliğini, 18. yüzyılda aydın burjuva tabakası yapmaktaydı. Memurlar, akademisyenler, edebiyatçılar, sanatkarlar vb. meydana gelen bu toplum tabakası için insan onuru büyük bir değerdi. Aydınlanmacılara göre insanlar doğuştan iyidir, iyi olamıyorlarsa bunun sorumluluğu içinde yaşadıkları kültür ile topluma aittir. Bireysel özgürlük otoritenin yerini almalıdır. Eşit haklar söz konusu olmalıdır. Aydınlanma, dünyasal, deneysel, şüpheci, özgürlükçü, eşitlikçi, pratik ve ilericidir.
Aydınlanmaya göre insanın mutluluğu öbür dünyaya değil, bu dünyaya yönelik olmalı, “dini ahlak” yerine “tabii ahlak” geçerli olmalıdır. İnsan kendi yeteneklerini serbest olarak geliştirirken, hemcinsine de yararlı olmalıdır. Aydınlanma, dini de aklın otoritesi altına sokmuş, vahye dayalı dinler yerine akla dayalı bir dini sistem arzulamış, Teist (Yaratıcı Tanrı bize peygamberleri ve dinleri göndermiştir) görüş yerine, Deist (Tanrı’nın varlığına inanıp, dinleri reddetme), Panteist (Tanrı ile evreni bir, aynı ve özdeş kabul eden) ve Ateist (Tanrı’nın yanı sıra tüm metafizik inançlar ve tüm ruhanî varlıkların reddedildiği) görüşler öne çıkmıştır.
Aydınlanma yeni bir devlet anlayışını da gündeme getirmiştir. Yeni görüşe göre devlet, tarihi köklere sahip organik bir varlık değil, kanun koyucunun tespit ettiği sözleşmeye dayalı bir kuruluştur. Devletin kurulması gibi çözülmesi de yine bir sözleşme yoluyla olur. Devlet, bireylerin ilerlemesi ve refaha kavuşturulmasını amaç edinmiş bir kurumdan ibarettir.
Bu çağda, aklın hakimiyeti altındaki bütün kültür alanlarında olduğu gibi, eğitim alanında da sınırsız bir ilerleme ümit edilmiştir. “Bilgi kuvvettir” parolasından yola çıkarak okullar ve eğitim kurumları açılmıştır. İnsan zihni, doğuştan boş bir levha (tabula rasa) olarak kabul edilmiş, sahip olduğumuz tüm bilgilerimizi deney ve gözlemlerle, duyular aracılığı ile elde etiğimiz düşünülmüş (Ampirizm/ Deneycilik),eğitimin bu boş levha üzerine yazdıkları önemsenmiş, eğitici, insanı istenilen biçime sokabilecek kişi olarak görülmüştür. Eğitimde kalıtım, milliyet, vatan…gibi kavramlar, kontrol edilemeyen birer faktör olarak Aydınlanmacı eğitimden dışlanmıştır.
Ampirizmin ilk ve en yalın biçimi İlk Çağ filozoflarından Epikuros (M.Ö.341-270)’ta görülür. Epikuros, “Mühür, bal mumuna nasıl tıpatıp kendi izini bırakırsa eşya da bizde belli izler bırakır” sözüyle bilgilerin ilk kaynağının duyu olduğunu savunmuştur. Epikuros’a göre bizi yanıltan duyular değil, aklın eklediği yargılardır. Ampirizmin iki ünlü temsilcisi vardır: biri kurucusu da sayılan John Locke diğeri David Hume’dur.
Ampirizm/Deneycilik ve Rasyonalizm/Akılcılık felsefi düşüncede Aydınlanmaya hakim olan akımlardır. Akılcılık, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil, düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüştür. Doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceğini, her bireyin eşit ve değişmez akli ve mantıki ilkelere sahip olduğunu, çeşitli a priori ve apaçık hakikatlerin var olduğunu kabul eder. Bu görüşe göre, kesin bilgi örneği matematiktir. Akılcılık, Deneyciliğin karşıtıdır. Akılcılık Avrupa’da genellikle kıta felsefesi olarak bilinir, çünkü İngiltere’de Deneycilik daha baskındır. Bir filozof hem Akılcı hem de Deneyci olabilir. Çoğu Rasyonalist filozof deneyime de en azından belirli oranda önem vermiştir. Rasyonalizm geleneği başlangıcından itibaren ele alındığında pek çok farklı türlerde Rasyonalizm yorumları ya da yaklaşımları ile karşılaşılır. Akılcı filozoflara Descartes, Spinoza ve Leibniz’i örnek verebiliriz.
Leave A Reply