19. yüzyıl sonlarında bilim adamlarının edindiği bilgiler daha sonra yeni ırk bilimi kurallarına göre filtreden geçirildi. Augustin Weisbach onların kayıtlarını kullanarak dünya nüfusunu dokuz beyaz ve dokuz siyah ırktan oluşan sınıflara ayırdı. Maymunlara yakın olduğunu düşündüğü Güney Afrika’daki Buşmenler (Bushmen) en alt seviyedeydi. Yahudileri ise beyaz ırkın en alt seviyesine koymuştu. Askeri doktor olan Weisbach, teorilerini destekleyebilmek için Balkanlar’da da kafatası ölçümleri yapmıştı. Cihan Harbi esnasında Doğu Slavları ve diğer ırkların zayıflığını göstermek üzere bunların kafatasları, uzuvları ve kan tipleri incelenmişti. Bu yaklaşımın etkileri 1990’lara kadar kendisini göstermeye devam etti. Viyana’daki Doğa Tarihi Müzesi’nde ziyaretçiler bir maymun adam, şempanze ve Buşmen’in kafataslarını mukayeseye davet edilirdi (1).
Freud’un kendisi de olasılıkla farkında olmaksızın, belli bir derecede Avrupalı etnik- merkezciliğine kapılmıştı ve diğer kültürleri kalıplaştırma ve kötüleme eğilimi taşıyordu. Albert Einstein ile olan yazışmalarında Türkler ve Moğollar hakkında belirli bir takım ırkçı yorumlarda bulunmuş ve hastalarını İronik bir dille “Zenciler” olarak nitelendirmişti. Bunların art niyetli ve nefret dolu saldırılar olmaları gerekmiyordu ve ırkçılık 19. yüzyıl sonlarının ve 20. yüzyıl başlarının Avrupa’sında genel olarak ve bir dereceye kadar da kabul görüyordu.
Eğitim bizi ırkçılığın kuşatmasından kolayca kurtaramaz (2).
Ludwig Wittgenstein’a göre ahlak ve estetik ispat edilemezler evrenine aitti. Bu görüş, millet ve milli kimlik fikirlerini de aynı yere koyuyordu çünkü bunlar ispat edilemez varsayımlara dayalı estetik fikirlerdi; o yüzden bilimsel açıdan ispatlanabileceği düşünülen ırk meselesi farklı tutulmuştu (3).
Yararlanılan Kaynaklar
(1) Habsburglar, Martyn Rady, Kronik Yayıncılık, 2022. Sayfa 385.
(2) Körü Körüne İnanç, Vamık D. Volkan, Okuyan Us Yayınları, 2005. Sayfa 22, 23.
(3) Habsburglar, sayfa 391.
Leave A Reply