- Bir iddiaya göre Modernizm, ilke ve idealleriyle, bunalıma girmiş, modern sonrası dönem için kaotik bir zemin hazırlamıştır. Bu kaotik dönemde, Postmodernizm dünyaya, sistematik bir çözüm vazetmez; ancak, Modernizm’in yarattığı bunalımın varlık ve oluş sorusuyla ilgili olduğunu ima eder. Sinema da Postmodern kaosun anlamı buharlaştıran gelişimine eşlik eder.
- Modern öznenin söylemi onu önce bölünmeye, sonra tamamen yok olmaya, iflasa sürüklemiş, Postmodernite ise bu durumu olgu olarak kabul edip, kendi estetiğine temel dayanak yapmıştır, denir.
- Postmodern dönemde, Modernizm’in temsil estetiğinden, hipergerçek ve simülatif olanın estetiğine geçilmiştir.
- Endüstri sonrası ruhunu ifade eden Postmodern estetik, farklılıkları saydamlaştıran bir düzeni öngörür. Postmodern figüratif hassasiyet, özne-nesne, varlık-görüntü, gerçeklik-gerçek dışı, ussal-akıl dışı, bilinç-bilinç dışı gibi modern zıtlıklar arasındaki sınırı belirsizleştirir.
- Hipergerçekçi, simülatif, üçboyutlu ve dijitalleşen görüntülerin, yeni figüratif estetiğin hüküm sürdüğü filmler, anlatımın dramatik-kurgusal içeriğinden çok, gösterimin temposuna; karakterlerden çok, tesir ve büyülemeye; söylemsel olandan çok, hadiselere önem verir. Figüratif özgünlük, öykülemeci anlatımın ussal kıstaslara göre kurulmuş perspektifinden uzaklaşmıştır.
- Empresyonizm, Ekspresyonizm, Sürrealizm, İtalyan Yeni Gerçekçi Sineması, Film Noir, Fransız Yeni Dalga Sineması ve özellikle Jean-Luc Godard’ın eleştirel-söylemsel estetiği temsili estetiğin saf dışı bırakılabileceğinin habercileri olmuştur.
- Temsili olmayan gösterim biçimlerinin gelişmesinde videonun icadı, klip estetiği, bilgisayar ve animasyon programlarının icadı, teknik donanımla ilgili gelişmeler, teknolojik gelişmeler sayesinde ulaşılan hızın da etkisi olmuştur. artık parçalı görüntü, kopuk kopuk tekrarlarla oluşan MTV Estetiği geçerlidir, denir.
- Postmodern estetiğin figüratif elementlerine sıçrayan görüntülerin birbirini takip etmesi; vücut hareketlerinin keyfi olarak hızlandırılması veya yavaşlatılması; ara- metinlerin, işaretlerin, comicstriplerin ve kamera hareketlerinin yerleştirilmesi, yazılı yorumların yapılması örnek olarak verilebilir. Bunlar, hem öykülemeci, hem de görüntüsel gerçekliği geçersiz kılmak ve seyirciyi filmden uzaklaştırma etkisine ulaşmak için başvurulan yollardır.
- Bu dönemde, film ve gerçeklik sorunsalına yeni bir boyut eklenmiş, artık filmin gerçekliği ne kadar taklit ettiği sorusu tersine dönmüştür. Film mi gerçekliği, gerçeklik mi filmi taklit etmektedir, sorusu gündeme gelmiştir. Ayrıca hangisinin gerçekliği daha tesirli, gerçek olanın gerçekliği mi, yoksa seyre sunulmuş olan oyunun mu sorusu, Avangard ve Deneysellik bölümünde resim sanatı için orijinalin mi, röprodüksiyonun mu daha çekici olduğu sorusu ile bir Çağdaş Dönem sanatçısından, Glenn Brown’dan örnek vererek bahsetmiştik. Demek ki aynı soru günümüzde de sorulmaya devam ediyor.
- Tekno-bilimsel ve özellikle biyolojik alanlardaki gelişmeler sonrası homo sapiens’in sonu ve homo tecnicus’un doğuşundan bahsedilmektedir. Modern özne olarak görülen homo sapiens, akıl, bilgi ve irade sahibi, tasavvur edebilen, tasarımlayan, düşünen insan olarak tanımlanırken; homo tecnicus, teknik insan, insanın doğuşundan ölümüne kadar, bütün varoluş biçimlerine teknolojinin eşlik ettiği insandır. Günümüzün biyo-teknolojik gelişmeleri ile insan, klonlama, organ değişimi, protez teknolojisi ile yarı-insan/yarı-makine biçiminde tasavvur edilen varlıklara dönüşmüştür. Siborg olmuş insanların neyi tehlikeye atmaktan çekinmeyeceği sorusu filmler için önemli konulardan biri olmuştur.
- İngilizcedeki cybernetic organism ifadesinden türetilen siborg (cyborg) fikri ilk olarak 1960’larda ortaya atılmıştır. Siberg, zihin/beden, insan/insandışı, doğal/yapay, iç dünya/dış dünya, biyolojik/teknolojik arasındaki kavramsal sınırları yeniden çizmiş veya ortadan kaldırmıştır. Siborg, organik ile mekanik bünyenin iç içe olma halidir. Terminatör serisi, Bladerunner, X-Men filmleri bizi, insanlık ve kişilik gibi terimleri nasıl tanımlamamız gerektiği hakkında sorular sormaya yöneltir.
- Postyapısalcı Postmodern filmler teknolojinin insan işlevlerini sürekli biraz daha fazla üstlendiği; süjenin bedeninin biyo-teknolojik organizmalarla kaynaştırıldığı; tekno çevrede, tekno beden haline dönüştüğü tarih sonrası bir çağda geçmekte; nesneleri sunulduğu gibi kabul etmeyen, bilakis tanımlanamaz, bilinemez, hesaplanamaz ve sergilenemez olanı gündeme getiren filmlerdir. Bu filmler, temsili ve söylemsel olmayan, kaotik düzensizliğe figüratif görüntülerle öncelik verirler. Seyircinin dikkatini, nesnelerin ve hadiselerin hipergerçekçi, parçalı odaklı ve katmanlaşmış gerçeklik düzeylerinden oluşan görüntülere çekerler. Özel-genel, yöresel-evrensel, dahili ve harici olanı yan yana veya üst üste sunarlar. Bu filmler, kelimeler, çerçeveler, figürler, yeni gösterim biçimleri, hipergerçekçi netlikler, şekilsiz kütleler ve multimedyatik sahne donatımı ile nesnelerin ve olayların temsil edilemez karakterini ortaya çıkarmayı amaçlar. Bu filmler, nesneleri aklın pençesinden kurtarmak ve yeni gösterim imkanları yaratmak ister.
- Postmodern figüratif filmler dünyanın akıl ile düzenlenemeyeceğini; şuur ile bilinenin, gösterim ile gösterilenin, anlatım ile anlatılanın, düşünce ile düşünülenin ve nesnelerin, tasavvur edilenle tam olarak örtüşemeyeceğini göstermek ister. Burası, Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein’ın (1889-1951) Postmodernizm’i önceleyen sözlerini hatırlamanın yeridir: “Bildiğimiz ne varsa, hepsi yalnızca bir olabilirlik, imkandan ibarettir.”
- Postmodern filmlerin “gerçekten” ne hakkında olduğunu bulmaya çalışmak, eski moda ve Modernist bir epistemolojiye ait olmaktır, denir.
- Eski filmlerden esinlenmek, eski bir filmi model almak, bir yönetmene referansta bulunmak, metinlerarasılık prensibinden yararlanmaktır.
- Bu dönemde yaratıcı yönetmen endüstriyel bir kategori haline gelmiştir. Yönetmenlerin, bir proje için dikkate alınabilmeleri için ayırt edici bir görsel stile sahip olmaları, yaratıcı yönetmen olmaları, gerekmektedir. Hollywood’un yeni prodüksiyon pratiklerinde yıldızlar, yönetmenler ve teknisyenler artık uzun süreli değil, film başına sözleşme yapmaya başlamışlardır. Yönetmenler, kendi marka imajlarıyla stüdyo yöneticilerine belirli tarzda bir film yapımını garanti edebileceği için, filmlerin dağıtım ve pazarlaması buna göre şekillenmekte ve film “Bir Steven Spielberg Filmi” olarak nitelendirilmektedir. Filmlerin yönetmen kurgusu (director’s cut) versiyonlarının ortaya çıkması ve belirli yönetmenlere süper star muamelesi yapılması, filmler kolektif olarak yapılmasına rağmen, yönetmenleri filmlerin nihai yaratıcıları olarak görme eğilimi bu dönemde başlamıştır.
- Derek Jarman’ın Caravaggio’su, Caraks’ın Boy Meets Girl’ü, Spielberg’in Indiana Jones’u, Alan Parker’ın Angel Heart’ı Postmodern etkiler taşıyan filmlerdir.
- Fredric Jameson, 1981 yılında Jean-Jacques Bieneix tarafından yönetilen Diva isimli filmi ilk Fransız Postmodernist film olarak nitelendirir.
Alan Parker, Angel Heart, animasyon, AVANGARD, Bir Steven Spielberg Filmi, biyo-teknolojik organizmalar, Bladerunner, Boy Meets Girl, Çağdaş Sanat, Çağdaş Sanata Varış, Caraks, Caravaggio, Casus böcekler, cybernetic organism, cyborg, Derek Jarman, director’s cut, Diva, Ekspresyonizm, Empresyonizm, Endüstri sonrası, Film Noir, Fransız Yeni Dalga Sineması, Fredric Jameson, Glenn Brown, hipergerçek ve simülatif olanın estetiği, homo sapiens, homo tecnicus, ilk Fransız Postmodernist film, Indiana Jones, İtalyan Yeni Gerçekçi Sineması, Jean-Jacques Bieneix, Jean-Luc Godard, kaotik, klip estetiği, Ludwig Wittgenstein, Modernizm, MTV Estetiği, Postmodern estetik, Postmodern Sinema, Postmodernizm, Postyapısalcı Postmodern filmler, siborg, Spielberg, sürrealizm, Terminatör, videonun icadı, X-Men, yaratıcı yönetmen
Leave A Reply