- İlk oyunlarını 1920’lerin başında yazan Bertolt Brecht (1898-1956), epik tiyatro adı verilen tiyatro kuramını geliştirdi. Epik tiyatro, oyunun seyirciyi eğlendirmesi ya da gerçek hayata ayna tutması gibi düşüncelere meydan okur. Brecht’e göre tiyatro, oyun yazarının düşüncelerini izleyicilerine aktarabileceği bir zemindir ve Brecht’in düşünceleri söz konusu olduğunda antikapitalist ve orta sınıf karşıtıdır. İzleyicinin öyküyle duygusal bağ kurmamasının önemli olduğunu düşündüğü için oyunun akışında ani kesilmeler, izleyiciye doğrudan hitap, kişileri değil fikirleri temsil eden karakterler gibi teknikler geliştirdi. Veya oyunun akışını komedi, şarkılar ve sahne anonsları ile bozdu. Yabancılaştırma etkisine ulaşmak için dekor açısından sade setler kullandı. O da, pek çok sanatçı gibi, Hitler rejiminin baskısından çekinerek 1930’larda Almanya’dan ayrıldı. Uzun yıllar İskandinavya’da kaldıktan sonra 1941 yılında ABD’ye yerleşti. Hollywood’da senaryo yazarı olarak çalıştı. 1947 yılında komünistlerle ilişkili olduğundan şüphelenilerek sektörden dışlandı.
- Yeni Roman (Nouveau Roman)Fransa’da, 1953-1963 yılları arasında kalıplaşan algıları kırmak için ortaya çıktı. Geleneksel anlamda konu, figür ve tutarlılığa önem vermeyen, henüz psikanaliz ve sosyolojinin egemenliğine girmemiş bir gerçeklik alanını sezgiler yoluyla anlama eğilimidir. İnsanın dış dünya ile ilişkilerine ışık tutmaya çalışan yeni bir yazı stilidir. Yeni Roman’ın temsilcilerinden bazıları Michel Butor, Robert Pinget, Marguerite Duras, Alain Robbe-Grillet, Nathalie Sarraute, Julio Cortázar’dır.
“Eski” romanı reddediyorlardı, “eski” ile kastedilen 19. yüzyıl romanıydı:
*Sürekli geçmiş zaman ve üçüncü tekil şahıs anlatısı kullanımı,
*Kronolojik gelişme,
*Düzçizgisel kurgu,
*Her olayın bizi bir sonuca taşıması,
*Dünyanın çözümlenebilir olduğu varsayımına karşı çıkılıyordu ve eski roman kahramanlarının ‘gerçekliğine’ artık kuşkuyla bakıldığı öne sürülüyordu.
Yeni Roman’da ise:
- Her şeyi gören, bilen, kavrayan ve değerlendiren bir yazarın sesi yok, çünkü modern dünyanın karmaşıklığı bir kişi tarafından kavranamaz.
- Zaman dizimi yok, çünkü insan belleğinde zaman dizimi yok.
- Kahraman tipi roman kahramanı yok, çünkü artık kahraman denebilecek insanlar yok.
- Başı sonu belli öyküler artık anlatılmayacak.
- Karakter incelemesi yok.
- Trajedi yok.
- Roman salt gözleme dayalı olacak ve gerçeği yansıtacak.
- Romanların yapıları, dilleri önemli. Dil ise süssüz, özentisiz, dolambaçsız olacak.
- Roman geriye bakmayacak, derin bir anlam peşinde koşmayacak. Çünkü derin bir anlam yok. “Dünya ne anlamlıdır ne de saçma, dünya sadece vardır”. (Robbe-Grillet)
- Seçkinci olmak gerekmez.
- Takvim ya da saatle belirlenmiş, yapay dış zaman yerine iç zaman kullanılacak..
- Şimdiki zaman egemenliği kurgulamaya da yansıtılacak.
- Değerlerin geçiciliğine inanç, direnişe yüceltme.
- Baş aktör zaman. Diğer aktörler önem sırasına göre; olaylar, eşyalar ve en son insan. Yani, Yeni Roman insan odaklı değil, nesne odaklı.
- İdeoloji ile sanat, sosyo-ekonomik yaşam ile edebiyat arasında bağlantı kuran Lucien Goldmann için kapitalizmin erken evresini yansıtan on dokuzuncu yüzyıl romanlarında nesnelere ancak bireylerin özelliklerini vurgulamak amacıyla yer verilirken, daha gelişmiş bir kapitalist sürecin ürünü olan Yeni Roman’da, nesneler bireylerin de önüne geçer çünkü kapitalizmin bu aşamasında bireyin yaşantısı nesneleşmektedir.
- Claude Simon, Michel Butor, Samuell Beckett, Nathalie Sarraute, Alain Robbe-Grillet, Marguerite Duras, Robert Pinget, Claude Ollier, Yeni Roman hakkında makaleler yazıp roman konusunu sorunsallaştırdılar, yazdıklarını Yeni Roman tarzında yazdılar.
- Yeni Roman, aynı Marcel Duchamp’ın sanatın metalaşması ile, Andy Warhol’un sanatın seri üretime dönüşmesiyle alay etmesi gibi, Postmodern bilincin doğuşuydu.
- Modern edebiyattan bahsederken adını andığımız bazı yazarlardan (Camus, Beckett, Kafka gibi), başka bir başlık altında tekrar söz etmek zorundayız: Absürdizm.
- Camus’den bir yüzyıl önce Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard (1813-1855) dünyanın absürdlüğü, yani usa aykırı olması, saçmalığı hakkında “Korku ve Titreme”, “Ölümcül Hastalık Umutsuzluk” gibi birçok yazı kaleme almıştır.
- Absürdizm’e göre insanlar tarih boyunca yaşamlarında bir anlam bulmaya çalışmışlardır. Fakat bu dünyayla ilgili usa uygun bir cevap bulmak mümkün olmayacağından bu arayış kaçınılmaz olarak faydasız olacaktır. Sonunda ise insanları iki yoldan birine seçmeye itecektir: “Hayatın anlamsız olduğu sonucu” ya da “Tanrı`ya inanmak, bir dine bağlanmak”. “Tanrı`nın amacı nedir?” sorusuna Kierkegaard, Tanrı`nın bilinebilir mantıklı bir amacının olmadığına inanır, absürdü Tanrı`da da bulur.
- Absürd (saçma) ile anlamsız aynı şey değildir:
** Saçma olanın bir anlamı vardır, ama yanlıştır. Anlamsızın ise hiçbir anlamı yoktur.
**saçma, usa aykırı olandır; usa aykırı olan her şey saçmadır.
**saçma, doğru, yanlış değil, üçüncü bir kavramdır. Saçma’yı yanlış ile karıştırmamak gerekir. Her yanlış saçma olmayabilir.
- İntihar etmek hayatın saçmalığına karşı “uğraşmaya değmez” demektir ve rasyonel bir tepki gibi görülebilir. Fakat birçok insana göre bu bir çözüm değildir; ölüm absürdü ortadan kaldırmaz, absürd ile bağlantıyı koparır sadece. Albert Camus (1913-1960), Sisifos Söyleni adlı eserinde, intiharın faydalı bir çözüm olmadığını söyler; çünkü hayat bütünüyle absürd ise onunla savaşmanın yolu aradaki bağı sürdürmekten geçer. Absürd, trajiktir. Sisifos taşın düşeceğinin farkındadır. Ölümde de bir anlam yoktur; intihar insanın nihai yazgısını hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Camus, asıl isyanın yaşarken absürde baş kaldırmak olduğunu söyler. Camus’nün Yabancı adlı eseri 20.yüzyıl Avrupa edebiyatının ve felsefesinin en önemli yapıtlarından biridir. Ayrıca günümüze kadar en çok okunan eserlerden biri olan Yabancı, Camus’nün absürdizmi temel alan dünya görüşünü anlatmaktadır: Hayatın anlamsız ve absürd olduğu, Tanrı’nın olmadığı. Ama bu dünya görüşü Camus ve baş karakteri için kötümser değildir. Aksine, barış ve ılımlılık kaynağıdır. Camus’nün Düşüş adlı eseri ile Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eserini de bu bölümde anmamız gerekir.
- 20. yüzyıl dramasında son derece önemli bir yere sahip olan, Godot’yu Beklerken absürd tiyatro için bir dönüm noktasıdır. Samuel Beckett’in (1906-1989) oyununda pek az eylem gerçekleşir; sözcükler ve fikirler olayların önünde gider. Absürd tiyatro 20. yüzyıl ortalarında özellikle Fransa’da dramanın gelişimi için büyük bir dönüm noktasıdır. Eugéne Ionesco (1909-1994), Jean Genet (1910-1986) ve Beckett, hem biçim hem de içerik açısından tiyatroda büyük bir değişim yaratmıştır. Absürd tiyatrocular sıklıkla boş ya da minimalist setlerde oynarlar. Oyunlarında garip diyalog ve monologlar vardır. Olay örgüsü geride pek çok soru bırakır ve yer yer anlamsız görünür. Beckett de Godot’yu Beklerken’de en önemli soruyu cevapsız bırakmıştır: Godot kim? Oyun 1940’larda tamamlansa da 1952’de yayınlanmış, 1953’te sahnelenmiştir. Beckett’in oyunlarının çoğu deneyseldir. Play (1963) kutu şeklindeki sahnede hapsolmuş üç karakteri gösterir. Not I (1972) adlı oyunda siyahlar içindeki bir aktris uzun bir monolog yapar. Oyuncunun yalnızca ağzı görünmektedir.
- 20. yüzyılın en iyi Amerikan tiyatro eserlerinden biri olarak görülen, Edward Albee’nin (1928-) Kim Korkar Virginia Woolf’tan? (1962) isimli eseri parlak ve acımasız diyalogları ile yenilikçi, dindışı ve absürd nitelikler taşır.
Leave A Reply