Cuma günleri Hürriyet gazetesini Kültür Sanat eki için alırım. Eray Ak’ın yazılarını mutlaka okurum. Onun sayesinde pek çok yeni yazar tanıdım.
Japon yazar Akira Mizubayashi ile de böyle tanıştım.
1937-1945 yılları arasında gerçekleşen Japon-Çin Savaşı esnasında Tokyo’da, üç Çinli misafir öğrenci ile prova yapmakta olan Japon profesörün evi askerler tarafından basılıyor. Profesörün 11 yaşındaki oğlu dolabın içinden dördünün de götürülüşünü ve babasının kemanının ayaklar altında ezilişini izliyor ve babasını bir daha göremiyor. Lutiye olan oğul, babasının kemanını hayata döndürüyor. Fransa’da büyüyor, ileri yaşlarında Japonya ve Çin’e ziyaretler yapıyor, o gün hakkında yeni şeyler öğreniyor.
2019 yılında yayımlanmış romanın konusu ve anlatımı gibi adı da çok hoşuma gitti. Çok güzel bir söz oyunu yapılmış. Kalp kırığını akla getiren isim, aynı zamanda kırılan kemanın küçük bir çubuk olan can direğinin kırığını da okura fısıldıyor. Olay aynı zamanda bir cam kırığı gibi kesici, yaralayıcı (en azından benim dilim Türkçe’de).
Askerler evi bastıklarında müzisyenler, Schubert’in Rosamunde’sinin ilk bölümünün provasını yapıyorlar. Performanslarından mutlu değiller, tekrar çalışacaklar ama askerlerin gelmesiyle prova yarım kalıyor. Eserin ilk bölümünün temposu Allegro ma non troppo. Romanın ilk bölümünün adı öyle. Ve bu bölüm, Schubert’in Bitmemiş Senfoni’sinden de izler taşıyor. Müzik-edebiyat koşutluğu. Romanın diğer bölüm başlıkları da 13 numaralı Yaylı Çalgılar Dörtlüsü ya da Rosamunde Dörtlüsü’nün yapısı ile aynı; Andante, Menuetto:Allegretto ve Allegro moderato olarak olayların tınısına koşut, devam ediyor.
Japon İmparatorluğu’nun sömürgeci yayılmacılığına karşı bir ruh taşıyan eser hümanist ifadelerle dolu.
“…bireylerle onları kullanan devleti birbirine karıştırmıyorum…..herkes kendini öncelikle ve her şeyden önce her türlü aidiyetin üstünde bir birey olarak tanımlamalı….bireyselliğim rastlantısal olarak doğumumla tanımlanandan ayrı bir şey.”
“Japonya’da Avrupa müziği çalınır…bayım. Müzik sınırları aşar, insanlığın ortak kültür mirasıdır.”
“İnsan herhangi bir şeyi yapmayı gerçekten başardığı hissine sahipse, onu ticari dolaşıma sokmak istemiyor.” (Burada yazarın 1951 doğumlu olduğunu belirtmek zorundayım.)
Klasik müzik beste ve konserleri, lutiyelik, yaylı çalgılar özelinde keman hakkında pek çok bilgi de verilen roman her açıdan tatmin edici.
Doğunun gösterişsiz zarafeti de romanın birçok yerinde kendini gösteriyor.
Yararlanılan Kaynak
Can Kırığı, Akira Mizubayashi, YKY, 2021. Sayfa 29, 30, 37, 99, 134.
2 Comments
değerli füsun hanım,
güzel blog’unuzu bir kavram peşinde koşarken tesadüfen okudum. elinize sağlık. geçerken, içtenliğinize sığınarak bir hatayı düzeltmek istedim.
“can kırıkları” sözü, karin karakaşlı’nın 2002 yılında yayımlanmış öykü kitabının adıdır; yani söz ona aittir. yayımlandıktan bir süre sonra kitabın adı, kendisinden daha meşhur olarak anonimleşmeye başlamış olmalı ki, değerli şarkıcı şebnem ferah bir albümüne can kırıkları adını vermiştir (albümdeki aynı adlı şarkı, bilirsiniz mutlaka, müthiştir). albüm yayınlandıktan sonra, galiba karin karakaşlı bir röportajında durumu açıklayan bir söz ettikten sonra, şebnem ferah bir açıklama yayınlayıp yazardan özür dileyerek sözü kullanma izni da almış oldu.
sözün “can kırığı” kullanımı için bir izin söz konusu mudur bilemem, ama edebiyat dünyasında iktidar konumunda duranlar genellikle böyle inceliklere dikkat etmezler.
neyse, hiç âdetim olmasa da açıklamadan duramadım. sizi incitmediğimi ümit ederim.
esen kalınız.
Haşim Bey, verdiğiniz bilgi için çok teşekkür ederim. İncinmek bir yana güzel ifadeniz beni çok mutlu etti. Vakit ayırdığınız için binlerce teşekkür.