Çin sanatı gerçekte, aristokratlar için aristokrat bir sanattı. Resim sanatının tüm sanatların en güzeli olduğuna inanılırdı. Resmin bir uygarlık işareti ve imparatorlar ve alimler için en uygun zaman geçirme uğraşı olduğu düşünülürdü. Çinliler resim sanatını önemsiz bir iş saymayan ilk halk olmuştur. İyi yapılmış bir resmin sahibinin ruhunun, yaşamın hüzünlü ve tehlikeli engellerinden kaçmasına yardımcı olacağına inanırlardı. Ruhun sanatçının içindeki bir kudret olduğuna hükmedildi. Ruh olmadan, resimdeki formlar cansız ve anlamsız olurdu. Çin evlerinde resimlerin bulunması çok yaygındı. Resimler, ipek veya kağıt tomarlarda, duvarlarda, paravanalarda ve yelpazelerde yer alıyordu. Çin’de dinsel sanat düşünceye dalma eylemine yardımcı olarak kullanılır. Dine inanan sanatçılar resimlerini bir öğretiyi aktarmak için yaparlar, salt süsleme amacıyla değil. Tomarlar üzerine yaptıkları resimler değerli kutularda saklı durur, meditasyon anında açılırdı.
Çin resminde sanatçı nesnenin kendinden çok özelliğini vurgulamaya çalışır. Çin resminde hedef, az çizgiyle çok şey anlatmayı sağlamaktır. Boş ve dolu arasındaki denge gözetilir. Çin sanatı katı formlara düşkün değildir.
MS 500 dolaylarında Hsieh Ho adlı portre ressamı kendinden önceki sanatçıları meziyetlerine göre sıraya dizmiş ve sıralamayı yaparken esas aldığı ilkeler Çin sanatının ana ilkeleri olmuştur. Önem sırasına göre 6 ilke şunlardır (Hsieh Ho’ya Doğu’nun 14. yüzyılının Giotto’su adı verilir).
*Resmin ruhu olmalı. Objenin ruhu resme yansımalı.
*Fırça kullanımı güçlü olmalı.
*Benzerliği verebilmek için amaca uygun olmalı.
*Doğru renk seçimi,
*Özenli kompozisyon,
*Kopya etme yoluyla geleneğin sürdürülmesi (teknik eğitim, çeşitlilik, gelenek).
Çinli ressamlar ilkin doğayı değil, ünlü ustaları inceliyorlardı. Eski ustaların eserlerinin kopyalarını yapmak çok yaygındı. Resimlerde kullanılan malzeme yüzyıllarca hiçbir değişikliğe uğramamıştır.
Genellikle çiçekler ve yapraklar, sınır-çerçeve yapılmaksızın boyanırlardı. Bu stile “kemiksiz” (boneless style / mogu) denir. Antik kayıtlara göre, bu tekniğin yaratıcısı ve teorisyeni 557 yılında Güney Hanedanı döneminin sanatçısı Zhang Sengyou’dur.
Qin döneminde (MÖ 221-207) bir generalin stylus’un yerini alan fırçayı icat ettiği sanılıyor.
Resmin ana öğesi olan fırça vuruş tekniğini öğrenmek uzun yıllar eğitim ve disiplin gerektirir. Yirmi yıllık eğitim bu iş için hiç de uzun bir süre sayılmaz.
Çeşitli fırça vuruşları vardı: Yağmur damlası şeklinde (rain-drop), Balta kesimi şeklinde (ax-cut), Gevşek, kenevir lifi şeklinde (hemp-fiber). Fırça vuruş tekniklerinin ortak yanları çoktur ve her iki sanat dalı da aynı esasa göre değerlendirilirler: Fırça vuruşlarının ritmi ve kuvveti.
Diğer bütün medeniyetlerden farklı olarak Çinliler aynı aracı, fırçayı hem yazı hem de resim yapmada kullanırlar. En eski Çin tabloları şiirlerin ve diğer yazılı metinlerin resimlenmesiydi. Metin de resmin bir bölümünde yer alırdı. Yuan Hanedanı’na (1271-1368) kadar tablolara şiir, kitabe yazmak çok yaygındı. Bunu özellikle bilim adamı-ressamlar yapardı. Tablo ile yazılan yazı estetik bir bütün oluştururdu.
Önceleri, kaligrafinin serbest stillerinden etkilenerek yumuşak ve eşit kalınlıkta olan çizgi, 13. yüzyılda kırılgan (freely broken) ve eklemli bir hal aldı.
Yararlanılan Kaynaklar
Çin Sanatını Tanıyalım, Franca Bedin, İnkilap Kitabevi, 1985.
Chinese Art, Mary Tregear, Thames & Hudson, 1980.
Boşluk ve Doluluk – Çin Resim Sanatının Anlatım Biçimi, François Cheng, İmge Yayınevi, 2006.
Wikipedia
Ancient China, Edward H. Schafer, Time-Life International, 1974.
Leave A Reply