Japon yönetmen Ryusuke Hamaguchi (1978-), 2021’de Çarkıfelek (Wheel of Fortune and Fantasy) adlı filmi ile Berlin’de Jüri Büyük Ödülü ve Eleştirmenler Ödülü aldı. Drive My Car ise, Cannes’da Eleştirmenler Ödülü ve En İyi Senaryo Ödülü aldı, Yabancı Film Oscarı dalında ise kısa listeye kaldı ve kazanma şansının yüksek olduğu düşünülüyor.

40 dakikalık bir prolog ile başlayan filmde oyunculuk abartılı olmayan, doğal ifadelerle (plain acting) yapılmış. Oyunculuk tarzı aynı zamanda Doğu’nun sakinliğini de yansıtıyor. Yaşananlardan (ölüm, ihanet, ölüm) bağımsız olarak filmin genel havasına sükunet hakim. Doğu Asyalılar için sessizlik, iletişimin doğal bir parçası.
Sinemanın kolaj bir sanat dalı olduğunu (tiyatro + edebiyat + fotoğraf) çok iyi yansıtan bir film. Senaryo, Haruki Murakami’nin aynı adlı öyküsünden yola çıkarak yönetmen tarafından yazılmış. Tiyatro ise, Çehov’un Vanya Dayı adlı oyunu ile olduğu kadar, provaları ve sahnedeki temsili ile de filmde yer bulmuş. Filmdeki karakterlerden senaryo yazarı olan Oto’nun esin perisini nasıl yakaladığını da izliyoruz. Otomobilin açılır cam tavanından uzanan sigara tutan eller, manzara görüntülerinden bile daha çarpıcıydı.
Vanya Dayı oyunu, bir üst ses gibi kasetten dinlenirken, ölmüş eşin sesi ile bir tür iç sese de dönüşüyor. Bu durum, ezber yaparken geçmişi düşünme/anma imkanı da sağlıyor. Böylece izleyicinin gerçeklik alanı ile filmin gerçeklik alanı birbirinden ayrılıyor.
Oyunun prova okumalarında gördüğümüz çok dillilik (Japonca, Korece, İngilizce, işaret dili) bize dilin sınırlarını, dilin sınırlayıcılığını aşma çabasını, dilin iktidarını reddetmeyi, kimliksizleşmeyi, dünya kardeşliğini düşündürüyor. İşaret dili bir pozitif ayrımcılıkla farkındalık yaratıyor.
Dünya otomotiv sektörüne model yenileme sürecini empoze edebilecek kadar sektöre hakim olan Japon otomobili yerine artık üretilmeyen Saab marka bir otomobilin kullanımını, yukarıdaki çok dillilik ile birlikte değerlendirdiğimizde, Japonya’nın milliyetçiliğine bir karşı duruş sezebiliriz. Zaten Haruki Murakami’nin duruşu da bu yöndedir. Filmin ismi de ünlü yazardan alınma. Onun Beatles şarkılarının isimlerini eserlerine ad yapma tercihi korunmuş.
Genellikle filmlerde tavır değişikliği, mekan değişikliği ile anlatılır. Aynı şekilde filmlerde yol yapmak, karakterin gelişmesine/değişmesine yol açar. Yol filmlerinde, fiziksel olarak yolculuk yapılırken, bir içsel yolculuk da gerçekleşir. İnsanın kendisini tanımlaması için gerekli olan öteki, kahramanımız için şoför kız olurken, şoför kız için de kahramanımız olmuştur. Bir yabancı ile paylaşmanın/paylaşabilmenin kolaylığı ve faydası açıktır. İçsel yolculuklarını tamamladıkları şehrin Hiroşima olması da dikkatimizi çekiyor. Filmde, atom bombası ile yıkılmış olan şehrin günümüzde ne kadar mamur olduğunu görüyoruz. Bu durum ile kahramanlarımızın ruh hali arasında paralellik kurmadan edemiyoruz. Japonların ulus olarak geçmişi unutamadığını ama geçmişi çok detaylı olarak da hatırlayamadığını, dolayısıyla yüzen bir dünyada (ukiyo-e, a floating World) yaşadığını söyleyen Kazuo Ishiguro’ya da hak veriyoruz.
Filmden aldığım mesaj, aynı Vanya Dayı’da olduğu gibi, yaşanan tüm zorluklara rağmen hayatın yaşamaya değer olduğu.
Ben kendi filmimi böyle seyrettim.
Fotoğraf: Paste Magazine
Leave A Reply