Irkçılık ve şovenizm sadece en aşikar fay hatlarında, örneğin, beyaz/siyah karşıtlığında ortaya çıkmıyor; en az onun kadar keskin, inatçı ve acımasız, hatta belki daha da belirgin olarak, aynı ten rengindeki insanlar arasında da kendini gösteriyor. Tek önemsenen mesele hangi kabileye mensup olunduğu, değerlendirmenin tek ölçütü bu olabiliyor.
İdi Amin, bir ordu darbesi ile Ocak 1971’de iktidarı ele geçirmişti. Kampala‘daki kışlayı, özellikle iki kabilenin askerlerinin üstüne ateş açarak ele geçirdiler. Yüzlerce kişi kışlada öldürüldü ve katliam sürüp gitti ve bundan sonra Amin hep bu yönteme başvurdu: ilk ateş açan o oldu. Sadece düşmanlarını değil, günün birinde düşmanı olabilecek olanları da bir an duraksamadan ortadan kaldırdı. Amin’in devletinde terör ve işkence normal oldu; ölmelerinden önce insanlar rutin olarak işkenceden geçirildi.
İşkence odaları şehir merkezindeki binalarda yer alıyordu, pencereler açıktı, sokakta yürüyen herkes çığlıkları, inlemeleri, silah seslerini duyabiliyordu. İşkencecilerin eline düşen herkes yok oluyordu. Çok geçmeden Latin Amerika‘da da desaparecidos denilen böyle bir kategori doğdu, büyüdükçe büyüdü: yok olanlar, ortadan kaybolanlar, evinden ayrılıp bir daha hiç dönmeyenler.
İdi Amin arabalarını kıyafetlerine göre seçiyordu: bir resepsiyon kıyafeti giymişse siyah bir Mercedes‘e biniyordu; kısa bir gezinti için eşofmanla çıktığında kırmızı bir Maserati; muharebe yorgunluğu içindeyken askeri bir Range Rover.
Suikastlardan sağ kurtuldu. Bunlarda, onun dışında herkes öldü, sadece Amin sağ salim çıktı. Hükümette ve askeriyede aralıksız değişiklik yapardı. Uganda’da tek bir radyo istasyonu, bir küçük gazete, Amin’i filme alan bir kamera, törenlerde ortaya çıkan bir tek foto muhabiri bulunuyordu. Amin karşıtlığından şüphe edilen herkes işkence dolu ölümlere mahkumdu. Yarattığı ordudaki askerlerin çoğu Uganda ve Sudan sınırındaki topraklarda yaşayan topluluklardan gelmişlerdi. Ülkenin yerli halkının anlamadığı bir dilde konuşuyorlardı. Yabanıl, azgın, çoğu zaman sarhoş olan bu askerler bulabildikleri her şeyi yağmalıyor, ellerine geçen herkesi dayaktan pestile çeviriyordu. Amin yılları rafların bomboş kaldığı yıllardı.
Amin, toplantılarda çok geçmeden sıkılır, salonu terk ederdi. Ara vermeden saatlerce konuşmayı severdi. Karmakarışık konuşur, cümlelerini tamamlamazdı. İngilizceyi zar zor okuyabiliyordu ve Swahili dilinde (Bantu dil ailesinin en çok konuşulan dili) de mükemmel sayılmazdı. Bu eksiklikleri onu halk arasında popüler yaptı: O, kendileri gibiydi.
İki gizli polis birimi yaratmıştı. Kurbanların cesetlerini göle atıp timsahlara ve et yiyen balıklara yem ettikleri biliniyor.
Amin’in hükümranlığı sekiz yıl sürdü (1971-1979). Çeşitli kaynaklara göre 150 ila 300.000 kişiyi öldürttü. 1978 sonuna doğru Tanzanya’ya saldırdı. Tanzanya ordusu Uganda’ya girince Amin önce Libya‘ya kaçtı sonra Suudi Arabistan‘a yerleşme izni kopardı, 2003’te orada öldü.
Abanoz, Ryszard Kapuscinski, Habitus Yayıncılık, 2016. Sayfa 135-140.
Leave A Reply