- Hasan Ali Toptaş, mutsuz bir çocukluk yaşadığını ifade ediyor. “Kasaba bile denilemeyecek bir yerde, sevgi ve şefkat eksikliği ile büyüdüğünü,” söylüyor.
- Annesi bir masal anlatıcısı olan yazar şehri ilk kez 8 yaşında görmüş.
- 10 yaşında geçirdiği bir hastalık sonucunda başının arkasında saçsız bir yer oluşuyor ve orası parladığı için çocuklar ona aynalı lakabını takıyorlar. İnsanlara küsüp kitaplara gömülüyor. O andan itibaren kitapların kendisi için “kaçılacak ve yaşanacak yer” olduğunu söylüyor.
- Ortaokulda iken bir defter alıyor, sayfanın alt yarısına romanını yazıyor, bir arkadaşı da sayfanın üst kısmında yazılanları görselleştiriyor. Ne yazık ki bitirmeden bırakıyorlar.
- Sevmeden yaptığı memuriyet hayatının edebi hayatına hep olumsuz etkisi olduğunu düşünüyor.
- “Ben virgülüme, noktama, noktalı virgülüme asla dokundurtmam. Şu paragrafımı atacaksanız, virgülümün yerini değiştirecekseniz kitabım çıkmasın daha iyi, derim….benim elim titriyor o virgülü yerine koyarken. Kırk saat kafa patlatıyor, bir müzik oluşturmaya çalışıyorum.”
- Gözlerden uzak kalabilmeyi tercih eden biri. Fazla hareketi sevmeyen biri olduğunu ifade ediyor.
- Çok çalışıp az ürettiğini düşünüyor.
- Huzursuz biri. Huzuru ancak harflerin arasında bulduğunu söylüyor.
- Çocukluğundan beri yenemediği karanlık fobisi var.
- Yalnızlığı seviyor. Bu, aynı zamanda yazdıklarından da ayrılmamak anlamına geliyor. Onun için, yazmak ile kendini var etmek aynı şey. Bin Hüzünlü Haz’da şöyle yazıyor: “…bana doğru koşuyor…Hayır, okumakta olduğunuz bu kelimelerin ardındaki yalnızlığın içinde oturan bana doğru değil; o gün orada, meydandaki havuzun yanı başında duran ve başını çevirip ansızın kızın koştuğunu gören bana doğru…”
- “Çabuk üzülüveren biriyim,” diyor.
Leave A Reply