- İnsanlığın ruhsal gelişimine damgasını vurduğu için Eksenel Çağ (Axial Age) adı verilen, MÖ yaklaşık 800-200 arasına tarihlenen dönemde, dört bölgede, Çin’de, Hindistan’da,Ortadoğu’da ve Yunan’da, ortaya çıkan peygamberlerle bilgeler kalıcı olacak dinleri başlattılar. Eksenel bölgelerde siyasal, toplumsal ve ekonomik çalkantılar yaşanıyordu. Savaşlar, sürgünler, katliamlar yapılıyor, kentler yakılıp yıkılıyordu. Yeni ekonomik düzenle güç, papazlarla krallardan tüccarlara geçiyor, eski hiyerarşi sarsılıyordu. Çin’de Konfüçyüsçülük ve Taoizm; Hindistan’da Budizm; Ortadoğu’da Yahudilik; Yunan’da usçuluk gibi, yeni din ve felsefe sistemleri ortaya çıkıyordu. Hepsi de ayinler ve uygulamalara derinden bağımlı olmayan, daha içselleşmiş bir dinin gerekliliğini vurguluyorlardı. Eski değerler irdelenmeli, her şey sorgulanmalıydı. Kişisel vicdan ve erdem çok önemseniyordu. Kent yaşamının yaygınlaşması, mitolojinin artık eskisi gibi gerçek sayılmamasını beraberinde getirmişti. Fakat zamanla, içgüdüsel olarak eski mitlere yöneldiklerinin de farkına vardılar. Öyküler hala gerekli görülüyordu. Bir mit katı yenilikçiler tarafından yasaklandıysa, çok geçmeden farklı bir kılıkta sisteme geri dönerdi. Daha ileri din sistemlerinde bile insanlar mitolojisiz yapamadıklarını anlamışlardı. Ancak artık kutsal olan uzak, daha yabancı ve ulaşılmaz olmuştu.Eksenel düzene öteki kültürlerden daha önce giren Çinlilerin Gök Tanrısı, öteki gök tanrılarının tersine gözden kaybolmadı, kralın meşruluğu ona bağlı kaldı. Çinlilerin tanrılara ilişkin öyküleri hiç olmamıştı; mitolojik, kültür kahramanlarına saygı duyarlardı. Onlar için Altın Çağ, tarıma bağlı basit toplum dönemiydi. Çinliler bu Altın Çağ’ın, insanoğluna tarım bilimini öğreten kültür kahramanının ölümüyle bittiğini düşünüyorlardı.
Eksenel çağın bilgeleri, merhemetle adalet günlük yaşama uygulanmadığı sürece, mitin gerçek önemini ortaya koyamadığını göstermişlerdi.
Hindular mitlerin dünyasında kendilerini çok rahat hissederler. Budizm, büyük ölçüde psikolojik bir dindir, psikolojinin erken biçimi olan mitolojiyi kendine yakın görür.
MÖ sekizinci, yedinci ve altıncı yüzyılların İbrani peygamberleri kendi Eksenel yenilikleriyle bağdaşmadığını düşündükleri eski mitlere karşı sıkı bir savaş açtılar, eski mitlerin yalan olduğunu duyurdular ama, kendilerine uyduğu sürece eski Ortadoğu mitolojisinden yararlandılar. Tevrat’ın Exodus-Çıkış kitabında, Sazlıklar Denizi’ni (Kızıldeniz’in Tevrat’taki ismi) geçişleri gibi. Suya batma geleneksel olarak geçiş törenini simgelemekteydi; öteki tanrılar dünyayı yarattıklarında denizi ikiye ayırmışlardı. Mit eylemi gerektirir: Büyük Kaçış miti Yahudilere özgürlüğe kutsal bir değer vermeyi aşılarken, köle olmanın da eziyet etmenin de reddini gerektirir. Öykü uzak geçmişte yaşanmış bir olay olmaktan çıkar, yaşayan bir gerçekliğe dönüşür. Yahudilik öyküler yardımıyla da görüşünü dile getirdi.
Yunan’da logos (muhakeme), Eksenel Çağ’ın itici gücüydü. Dünyanın göksel bir varlığın eliyle değil, evrenin düzenli yasalarına göre varolduğunu kabul ederlerdi. İyonya’daki ilk varsayımlar en az eski mitler kadar kurguya dayalıydı, doğrulanmaları olanak dışıydı. Atinalılar MÖ 4. yüzyıldan önce, yeni bir kuttören türü olan tragedya ile eski mitleri sahneye koymaya ve en temel Grek değerlerini bu yolla sorgulamaya başladılar. Tragedya kahramanı bilinçli seçimler yapmalı ve sonuçlarına katlanmalıydı. Seyirciler başkasının acılarını kendi acılarıymışçasına hissetmeyi öğrenir, duygudaşlık ve insanlık ufukları genişler, Eksenel dönemin merhameti aşılanırdı. Platon mitleri kocakarı masallarına benzetmiş, Aristo eski mitleri anlaşılmaz bulmuştu. Greklerin logos’u mitolojiye karşı çıkıyor gibiydi, ancak filozoflar onu usçu düşüncenin atası olarak görerek ya da tinsel söylem için gerekli olduğunu düşünerek miti kullanmayı sürdürdüler. Öyle ki, Eksenel Çağ’daki Grek usçuluğu Grek dini üzerinde hiçbir etki yapmamış, MS 6. yüzyılda Justinianus tarafından yasaklanana kadar şölenlerini sürdürmüşlerdi.
- Eksenel Çağ sonrasında, MÖ yaklaşık 200-MS yaklaşık 1500 yılları arasında Batılılar mitolojiyi kuşkulu görmüşlerdir. Aziz Paul, Hz. İsa’yı mitolojik bir kahramana dönüştürür. Grekçede mitos ile gizem aynı kökten gelir. Dinlerin gizemcileri (mistikler) hep mite başvurdular. Gizem, dile getirilemeyen deneyimlere gönderme yapar, sözün ötesindedir ve dış dünyadan çok iç dünyayla ilişkilidir. Mitoloji ile mantığın birbirini tamamladığı görüşü hakimdir. Umutsuzluklarını gidermeye çalıştıklarında mitin varlık alanına girerler. Onbirinci yüzyılda Müslümanlar felsefenin tinsellikle, kuttören ve yakarışlarla bağdaştırılması gerektiğine karar verdiler ve Sufilerin mitolojik, gizemci dini İslam’a örnek oluşturdu. Benzer bir yaklaşımla, Yahudiler de İspanya’dan kovulduklarında filozoflarının akılcı dininin kendilerine yardımcı olmadığını fark etmiş, Kabala mitlerine dönmüşlerdi. 11.-12. yüzyıllarda Batı Avrupa Hıristiyanları Platon ve Aristo’nun çalışmalarını keşfedince mitlere olan duyarlılıklarını yitirmeye başladılar.
- 1500-2000 yılları arasındaki Büyük Batı Dönüşümü’ne baktığımızda Avrupa ve daha sonrasında ABD bir uygarlığın temelini attılar. Batılı anlamda modernlik logos’un çocuğuydu. Sanayileşme, tarımın dönüşmesi, toplumu yeniden örgütlemek için yapılan siyasal ve toplumsal devrimler, Aydınlanma, miti yararsız, uydurma ve çağdışı ilan etti. Batı toplumunun yeni kahramanı bilim adamı ya da mucit oldu. Artık değiştirilemez, kutsal yasalar yoktu. Mite bu yabancılaşma, 16. yüzyılda Avrupa dinini çağdaş kılmaya çalışan Reformcularda çok belirgindi. Kilise ayininde İsa’nın kurban edilerek ölümü mitolojik ve sonsuz olması nedeniyle yeniden sahnelenir, böylece onu yaşanan gerçekliğe dönüştürürdü. Reformcuların gözünde ise yaşanmış bitmiş bir olayın anılmasıydı. Matbaanın bulunması, yayılan edebiyat, insanların metin algısını değiştirdi. Toplu okumanın yerini tek başına, sessizce okuma alıyordu. Mit, insanoğlunu evrende önemli olduğuna inandırmıştı. Oysa yeni astronomi ile insanoğlu, evrende ufacık bir yer tutan bir gezegenin kıyısında kalmıştı. Aydınlanma ideallerini (Aydınlanma konusu blogumuzda daha önce yayımlanmıştı) dinsel bir kalıba sokmaya kalkışan yeni Hıristiyan akımlar gibi; Quakerlar, Püritenler gibi tinselliği güçlü akımlar da ortaya çıkmaya başladı. 19. yüzyılda toplum mitolojiyle akılcı bilim arasında bir seçim yapmalıydı, uzlaşma söz konusu değildi. 1882 yılında Nietzsche Tanrı’nın öldüğünü duyurdu. Mit, kült, kuttöresel ve ahlaki yaşayış olmayınca kutsal ölmüştü. Mitin yalan olduğunu ya da düşüncenin önemsiz bir boyutunu temsil ettiğini söyleyen 19. yüzyılın ardından, 20. yüzyılda enikonu ırkçı, etnik, küçültücü ve bencil, “öteki”ni yaratan; merhamet duygusu taşımayan, yaşamın kutsallığına saygı duymayan; modernleşmeyi başaramamış; toplu öldürmelere ve soykırıma yol açan yıkıcı mitolojiler ortaya çıktı.
Leave A Reply