
Batı Avrupa’da opera 17. yüzyıldan itibaren gelişmişti. Köken itibariyle özel bir saray eğlencesiyken, kısa sürede önce Venedik’te ve ardından İtalya’nın her yanında halka açık hale gelmişti. Operanın kraliyet denetiminde olduğu Fransa’nın aksine, İtalya’daki her önemli şehrin kendi tiyatrosu vardı ve bunu bir grup soylu, zengin tüccar ve serbest meslek sahibi yönetirdi. 1868’deki ilk İtalyan ulusal sayımında 775 adet faal opera sarayı saptanmıştı. İcra boyunca sohbet edilebilen diğer müzik tiyatrolarının aksine, İtalyan operalarındaki dinleyiciler daha dikkatle kulak kesilirlerdi. Örneğin Rossini uvertürün başladığını işaret etmek üzere ayağını üç kez yere vurduğunda, herkes susardı.
İtalyan operaları rakipsizdi. Rus rağbeti de onlardan yanaydı. Diğer operaların çok azı St. Petersburg’da ilgi görebilirdi. Bir İtalyan opera topluluğu olmazsa, imparatorluk başkentinde eksik bir şey varmış gibi görünecekti. En zengin donanım, en üst üslup, her türlü sosyete inceliğinin İtalyan operasında toplandığı düşünülürdü.
Tüm bunlara rağmen ünlü besteciler bile müzik taciri olarak anılır, aristokrat sarayları ve salonlarında müzisyenlerin statüsü düşük olurdu. Ücretleri ise usta bir zanaatkar seviyesine denkti. Kadın icracılara sadece piyano, arp ya da şarkı söyleme uygun görülmekteydi.
Yararlanılan Kaynak: Avrupalılar, Orlando Figes, YKY, 2020. Sayfa 25-30, 37.
Leave A Reply