Postmodern bir dönüşün ilk tespitlerinin yapıldığı alanlar edebiyat ve mimari olduğu için önce bu alanlara odaklanacağız ve edebiyat ile başlayacağız.
Pastiş, gerek Postmodern mimaride gerekse Postmodern edebiyatta kullanılan bir araç olmuş, harmanlamanın dengesi ve ustalığı önemsenmiştir.
Eklektizm de ortak bir noktadır. Farklı janrlar ve stiller arasında sıçrama yapılır. Postmodernizm’de tüm kültürden yararlanmak amaçlanır. Saflık, Postmodernizm’de bir erdem değildir.
- Postmodern roman 1950’lerde Fransa’da, 1960’larda ABD ve İngiltere’de, daha sonra İtalya, Almanya ve Latin Amerika’da gelişti.
- Fransa’da 1953-63 yılları arasında süren Yeni Roman akımı, Postmodern dediğimiz romanın tanımlandığı süreçte ortaya çıkmıştı. Sadece o zamanlar adı Postmodern değildi. Ama Postmodernliğin doğduğu yılların o yıllar olduğunu artık biliyoruz. (Yeni Roman bloğumuzda ayrı bir konu olarak yayımlanmıştı.)
- Edebiyatın iletişim şemasının dört bileşenden oluştuğu düşünülür: sanatçı, eser, okur/izleyici ve toplum.
- Yazar/sanatçı gönderici; eser ileti; okur/izleyici alıcı; dış çevre ise, hem sanatçıyı hem de okuru/izleyiciyi içine alan toplumdur.
- 20. yüzyıl önce çıkış noktası olarak yazarı/sanatçıyı seçmiştir. Yazar, romantik dönemin dahi yaratıcısıdır. Neden yazmayı seçtiğinin psikolojisi üzerinde durulur.
- Sigmund Freud ve Joseph Campbell yazar odaklı bakış açısına verilebilecek iki örnektir. Yazarın/sanatçının ve hatta eserdeki kahramanların da psikolojisi incelenmiştir.
- Daha sonra metin çıkış noktası olarak ele alınmıştır.
- Metin odaklı bakış açıları için Rus Biçimcileri/Formalistler’ini, Frankfurt Okulu’nu, Yapısalcılar ve Göstergebilimciler’i örnek verebiliriz.
- Marks’ın öğretilerinin etkisiyle, edebiyat bir üstyapı kurumu olarak görülmüş, edebiyattaki her şey, toplumun altyapısına bağlanmaya çalışılmıştır.
- Daha sonra ise, Yorumbilimciler, Postmodernistler okur odaklı bir çıkış noktası seçmişlerdir.
- Derrida, Yapısalcılık’ı sorgulamış ve metnin nasıl okunacağı konusunda okura önem vermiştir. Özellikle Göstergebilim, anlam üreten olarak “Okur”a yönelmiştir.
- Barthes da metnin birliğinin yazarda değil, okurda oluştuğunu söylemiştir. “Bir edebiyat eserinin anlamı metnin içinde hazır olarak bulunmaz, metindeki bazı ipuçlarına göre okur tarafından, okuma sürecinde yavaş yavaş kurulur” ilkesi öne çıktı. Barthes, 1967’de yazarın ölümünü ilan etti. Yani yazarın niyeti ne olursa olsun okuyucuların kendi anlamlarını yarattıklarını söylemek istiyordu. Metinler sorgulamaya açıktı.
- 1960’ların sonunda Almanya’da doğan, anlam sorununa eğilen Alımlama Estetiği/Kuramı (Reception Theory), bir edebi eserinbelirleyicisinin okurun alımlama (hazmetme) süreci olduğunu belirtir. Bu kuram, Yorumbilim (Hermeneutics) bağlamında öne sürülmüş bir kuramdır. Anlam, metinde oluşmuş ve bütünleşmiş bir şekilde yatmaz, gücül halde bulunur ve okurca alımlandığı süreç içinde somutlaşır ve bütünleşir. Bunun iki ucu vardır: Birincisi, yazarın yarattığı sanatsal metin; ikincisi, okurun yaptığı somutlamadır. Bu bir iletişim, metin ile okur arasında bir alışveriştir. Alımlama Estetiği’ne göre, metinde yazar, her şeyi söyleyemez, belirsizlikleri okura bırakır.
- Michel Foucault, her toplumda söylemlerin denetlendiğini ve sınırlandığını söyler. Bu denetleme ve sınırlama mekanizmalarının dışsal olduğu gibi, içsel de olabileceğini belirtir. Dışsal denetim mekanizmalarında, toplumun sesi bir çeşit arka plan, fon oluşturuyor, yazarın konuşması bu düzlemin içinde yer alıyor. Toplum kendi sesini doğru sayıyor. Doğrunun sesi olarak seçilen/ görülen/ dayatılan bu ses öteki sesleri dışlıyor. Toplum, kendi ekonomik uygulamalarının gereksinimlerini ahlak kurallarına, davranış reçetelerine dönüştürerek dayatıyor. Toplum her şeyin söylenmesine izin vermiyor; deliliğin, cinselliğin ve bazı politikaların sesleri doğru olmayan seslerden sayılıyor. İçsel denetim mekanizmalarında ise kendi kendini denetleme geçerli. İlkeler bir kere içselleşince, kişinin söylemini içten denetlemeye başlıyor. Foucault, yazara ve okura fazla bir özgünlük payı tanımıyor, denetim mekanizmalarının oldukça katı bir şekilde işlediklerini savunuyor.
- Dolayısıyla 20. yüzyıl için dört çıkış noktasından söz edebiliriz.
- Günümüzde de bu yaklaşımlar sürmektedir.
- 1960’ların sonlarında romanın ölümü hakkında çokça konuşulmuştur. Kurgunun geleneksel teknikleri hükümsüz görülmüştür. Kitle iletişim çağına uygun yeni bir ses bulmak ve anlatı klişelerine başvurmaksızın popüler kitleye hitap etmek amaçlanmıştır.
- Modernizm zaman kavramını, Postmodernizm mekan kavramını öne çıkartır. Postmodern yapıtın mekandan yola çıkması, olaylar ve ilişkiler arasındaki süreçsel ilişkiyi kaldırmakta, böylece, okurun kurmaca yaşantının arkasındaki nedensellik bağlamını anlamak gibi bir zahmete girmesine gerek kalmamaktadır.
Alımlama Estetiği, Alımlama Estetiği/Kuramı, Barthes, Derrida, Eklektizm, Formalistler, Frankfurt Okulu, Göstergebilimciler, Hermeneutics, İçsel denetim mekanizmaları, Joseph Campbell, Marks, mekan kavramı, metin çıkış noktası, Michel Foucault, okur odaklı, pastiş, Postmodern Edebiyat, Postmodern Mimari, Postmodern roman, Postmodernistler, Postmodernizm, Reception Theory, romanın ölümü, Rus Biçimcileri, Sigmund Freud, Yapısalcılar, Yapısalcılık, yazar odaklı bakış, Yazarın Ölümü, Yorumbilim, Yorumbilimciler
Leave A Reply