“Güney Rodezya‘da (şimdiki Zimbabwe) 1924’te Güney Afrika’nın altıncı eyaleti olmak isteyip istemediğine dair bir referandum yapıldı. Bütün Rodezyalılar oylarıyla, ‘Hayır biz Britanya’ya bağlı, kendi kendini yöneten bir koloni olmak istiyoruz,’ dediler.
Yarım milyon yerliyi (o zamanlar siyahlar için kullanılan doğru sözcük buydu) yöneten yüz bin beyaz var. Ama ne zaman biz Güney Afrikalılar bir yasa çıkarsak, hemen, birebir alıyor, aynısını çıkarıyorlar. Anayasadaki her bir kanunu kopyalıyorlar. Öyleyse, neden Güney Afrika’nın bir parçası olarak kalmadılar? Oraya hiç gittiniz mi? Şu Britanya usulü, bu Britanya usulü; insanın midesi bulanıyor..” (1).
“Güney Rodezya’nın herhangi bir kentinde sadece işi olan siyahların yaşamasına izin verilirdi. Güney Afrika’nın ırk ayrımcılığı politikasının aynısı. ‘Beyazlara faydalı oluyorsan kalabilirsin’. En azından İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar her evde ortalama 5 hizmetkar çalışırdı: Aşçı, ev temizliği için bir ya da iki erkek hizmetçi, bir bahçıvan, bir de getir götür işleri için bir delikanlı. Bunlara asgari ücret ödenir, erzak dağıtılır, ev sahiplerinin eski giysileri verilirdi (2).
Arabella Kurtz: “Bir toplum geçmişini geride bırakmış, geçmişinden azade ve ayrı görme ihtiyacını ne kadar keskin bir şekilde duyuyorsa, tarihin bilinçdışı etkisinde olacağı o kadar kuvvetle muhtemeldir. Birbiriyle büyük oranda örtüşmeyen iki resmin bir arada var olduğu yarık bilinç (bölünmüş tepkiler, aynı anda hem kabul edip hem reddetmek), bana kolektif güvensizliğin formülü gibi görünüyor. Avustralya ve İngiltere’de sömürgeci geçmişe yaklaşımda benzer bir şey var.” (3).
J. M. Coetzee: “Bir toplum geçmişle Bağlarını kopardığına ne kadar inanırsa bilinç dışı düzeyde geçmişin etkisinde yaşaması o kadar yüksek bir ihtimaldir, diyorsun. Geçmişle bağları gerçekten koparmak mantıksal bir imkansızlık çünkü bu soyunu ve atalarını yok saymak, hiçlikten doğduğunu iddia etmek demek. Avustralyalılar tarihsel atalarını inkar etmiyorlar. Ama aynı zamanda aynı atalara, o toprakların Aborjin sakinlerine yöneltilmiş kendilerinin asla suçlu olamayacakları bir kötülük ve zulüm atfediyorlar. Bu atalar zamansal olarak hiç de uzak değiller: Orta yaşlı bir Avustralya’nın büyükanne ve büyükbabasının renkli tenli insanlara karşı uygunsuz, kabul edilemez, hatta iğrenç tavır ve inançlara sahip olmuş olması yüksek bir ihtimal. Sıradan Avustralyalılar hem atalarından gurur duyup hem de atalarının inandığı şeyleri reddediyorlar. Bunu kısmen, Zeitgeist mefhumuna başvurarak yapıyorlar. Zeitgeist hikayesi, ataların zamanında ırkçılık çok yaygındı, atalarımız mecburen ırkçı oldular, onların ırkçılığı aktif, bilinçli bir ırkçılık değildi. Bugünün zeitgeist’ına göre ahlaken kusurlu görünebilirler ama ahlaki standartlar da zamanla değişir ve evrilir; iyi ve kötü mefhumları zamanla değişir.
Göçmen akınını durdurmak için günümüzde alınan tedbirlerin değerlendirilmesi de yapılıyor tabi. Ülke tarihinin en utanç verici evrelerinden birinde doğmamış olmak da bir şans (4).
Yararlanılan Kaynaklar
(1) Alfred ile Emily, Doris Lessing, Can Yayınları, 2009. Sayfa 232, 233.
(2) A.g.e., sayfa 243, 244.
(3) İyi Hikaye, M. Coetzee ve Arabella Kurtz, Can Yayınları, 2023. Sayfa 80.
(4) A.g.e., sayfa 86, 87.
Leave A Reply