Sömürgecilik Afrika’ya birkaç Avrupa devletinin tüm kıtayı kendi aralarında paylaştıkları Berlin Batı Afrika Konferansı (1884-85) döneminden 20. yüzyılın ikinci yarısına dek egemen oldu. Gerçekte, sömürge nüfuzu 15. yüzyılda başlamış, 300 yılı aşkın Afrikalı köle ticareti ile devam etmişti (1).
Bismarck önderliğindeki Avrupalı sömürgeciler Berlin Konferansı’nda Afrika’yı aralarında pay ederken, kıtada yaklaşık on bin krallık, federasyon ve devletsiz, bağımsız kabile birliği vardı. Bu devletler ve kabileler kendi aralarında çatışma ve savaş halinde iken kendilerini aynı sömürgenin içinde buluvermişlerdi (2).
Afrikalı ve Arap ortaklarıyla beyaz adamlarca düzenlenen akınlar, yakalamalar, sürek avları ve pusulalar yaşanmıştı. Afrika nüfussuzlaştırılmış, yüzlerce yıllık küçümsenme, aşağılanma ve çile onlarda haksızlığa uğradıkları duygusu yaratmıştı. İkinci Dünya Savaşı patladığında sömürgecilik en tepe noktasındaydı. Ama bu savaşın seyri, bu sistemin sonunu başlatmıştır. Sömürgecilik çağı boyunca, Avrupalılar ve Afrikalılar arasındaki ilişkilerin özünü ırk farkı ile deri renginin farkı oluşturmuştu. Beyaz siyahtan daha iyi, daha güçlüdür; siyahları yönetsin diye Tanrı tarafından gönderilmiş olandır. Afrikalıya beyazların yekpare birleşik bir güç oluşturduğu fikri aşılanarak sistemin sorgulanması ya da karşı çıkışın hiçbir anlamı olmadığı inancı yaratılmıştı. Derken İngiliz ve Fransız ordularına alınan Afrikalılar, beyazın beyazı vurduğunu gördüler (3).
Avrupa’dan Afrika’ya dönen bu İkinci Dünya Savaşı gazileri ülkelerinin ulusal bağımsızlığı için mücadele ettiler. Fransız sömürgelerinde yaşayanların tek istekleri, sömürgenin tüm sakinlerinin Fransız yurtdışı yapılmasıydı. Paris bu talebi reddetmişti. Pan- Afrikacılık adını verdikleri doktrinin yaratıcıları Alexander Crumwell, yazar W. E.B. Du Bois ve Jamaikalı gazeteci Marcus Garvey iki noktada birleşiyorlardı: Dünyadaki tüm siyahlar tek bir ırk, tek bir kültür oluşturur ve tenlerinin renginden gurur duymalıdır; tüm Afrika bağımsızlığını kazanmalı ve birleşmelidir. “Afrika Afrikalılarındır.” (4).
1960 yılında 17 Afrika ülkesi sömürgelikten çıkmıştı (5).
Dekolonizasyon başladığında yabancı hükümranlığın dondurduğu eski etnik gruplar arası ilişkiler yeniden güncel hale geldi; dünün düşmanları tek bir devlet kuracaklardı (6). Afrikalı, kabileler arası dostluk ve nefret coğrafyasında yaşar (7). İşte tam da bu yüzden, Avrupa devletleri sömürgelerinden resmen vazgeçerken fiilen hükümranlıklarını sürdürebileceklerine inanıyordu. Sözgelimi, Sudan’da Kuzey’in Müslümanları ile Güney’in Hristiyan ve animistlerini uzlaştırmak için onlara ihtiyaç vardı (8).
Yararlanılan Kaynak
(1) Abanoz, Ryszard Kapuscinski, Habitus Yayıncılık, 2016. Sayfa 30.
(2) A.g.e., sayfa 53.
(3) A.g.e., sayfa 30, 31.
(4) A.g.e., sayfa 32, 33.
(5) A.g.e., sayfa 46.
(6) A.g.e., sayfa 53.
(7) A.g.e., sayfa 70.
(8) A.g.e., sayfa 183.
Leave A Reply