Cumhuriyet öncesinde bir ütopya denemesini Genç Osmanlılar döneminde Ziya Paşa’nın Rüya adlı eserinde meclis açma tavsiyesi bir yana bırakılırsa, bir gelecek projeksiyonu içermeyen, daha ziyade Paşa’nın kişisel mağduriyetini telafi etmeyi amaçlayan bir fantezidir. Ancak, modern dünyanın bir kurumu olan meclisi önermesi, ütopyalara kapı açması önemsenir.
Ütopya bağlamında daha ciddiye alınması gereken eser, Namık Kemal’in 1872 tarihli Rüya’sıdır. Ancak Namık Kemal’in idealini ayrıntılandırmayışı, o mutlu döneme nasıl ulaşıldığı hakkında bilgi vermeyişi bakımından ütopyadan çok bir fanteziyi andırır, bir tür proto-ütopya olarak görülebilir.
İkinci Meşrutiyet döneminde, özellikle art arda gelen savaşlar ve toprak kayıplarının ülkenin geleceğiyle ilgili endişelerin artmış olduğu 1913-15 arasında Türk edebiyatında o döneme kadar görülmemiş, daha sonra da görülmeyecek kadar çok sayıda ütopya yazılmıştır.
Ziya Gökalp’in Kızıl Elma şiiri (1913) Turan fikrini işler, herhangi bir iyi yaşam tasavvuru içermez. Ali Kemal’in Fetret’i (1913) de bir ütopya değildir çünkü gelecekte geçmesine rağmen Osmanlı toplumunda bir ilerleme, bir değişiklikten bahsetmez. Fikret’in Yeşil Yurt ve Ömr-i Muhayyel şiirleri ile Hüseyin Cahit’in Hayat-ı Muhayyel adlı hikayesine yansıyan ütopyadan çok, bir dost grubunun fantezisidir.
1912’de yazılan, 1932-36 yılları arasında geçen Halide Edip’in Yeni Turan’ında yüzünü geleceğe dönmeden önce Türkler için bir şanlı geçmiş yaratma eğiliminin, bir dönemin diğer ütopyalarında olduğu gibi Yeni Turan’da da ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Yeni Turan taraftarlarının İslamla laikliğin bağdaşabileceğini ispatlama iddiaları da vardır. Yeni Turan’ın en temel siyasi sorunsalı devletin bekasıdır.
Davutzade Mustafa Nazım Erzurumi’nin Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rüyet’i (1913) Türk edebiyatında hiçbir ütopyada görülmedik ölçüde teknolojik gelişmeler yaşamın her alanına yansır ve günümüz bakış açısıyla totaliter bir düzeni yansıtır. Bu dönemde yazılan en ütopik eser olarak tanımlanabilir çünkü, ideal toplumu ayrıntılarla betimleyen, o güne nasıl ulaşılacağını açıklama çabası gösteren, böyle bir toplum yaratma yönünde arzu uyandırabilecek bir kitaptır. Dönemin Türkçü-İslamcı ütopyalarına bir diğer örnek de Hasan Ruşeni’nin Ruşeni’nin Rüyası: Müslümanların “Megali İdeası” Gaye-i Hayaliyesi’dir (1915). Bu ütopyada Türklerin öncülüğünde tüm Asya ve Afrika birleşmiş, dünyanın en büyük gücü haline gelmiştir. Bu eser hayli saldırgan bir Türkçü-İslamcı devlet ütopyasıdır. Yahya Kemal’in Çamlar Altında Muhasebe’si (1913), ilk bölümünde İstanbul’un fethinden sonraki gelişmeleri farklı kurgular, ikinci bölümü ise 2187 yılındaki İstanbul’u anlatır.
Bu metinlerin ortak noktaları vardır.
- Hepsi ütopyayı siyasi bir projenin aracı olarak algılar.
- Hepsi, Türkçülük-Osmanlıcılık-İslamcılık ideolojilerini değişen oranlarda içerir ama hiçbirini dışlamaz.
- Hiçbiri, iktidardaki İttihat ve Terakki’yi eleştirmez.
- Hepsi ilerleme fikrine inanır, ama, ilerlemenin bizi götüreceği nokta hep biraz belirsiz kalır.
- Hepsi yalnızca Türk yurdunu kapsar, insanlık için iyi bir yaşam kaygısı hiçbirinde görülmez.
- Tüm bu eserlerde tepeden inmeci, dayatmacı ve totaliter bir eğilim gözlenir. Ayrıca, bir homojenleştirme eğilimi de fark edilir.
- Bilimsel yenilikler bu eserlerde çok yer tutmaz.
- Hepsinde maddi refah konusu çok önemlidir. İnsanların çok zenginleşmediği bir ütopyaya pek rastlanmaz.
- Yapısal/yönetsel nitelikler konjonktüre bağlı olma özelliği taşır.
- İyi yaşam tasavvurunu betimleme, ayrıntılandırma özellikleri bakımından en güçlü olan Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rüyet’tir.
Cumhuriyet Döneminde Ütopya
Cumhuriyet’in kurulması, 19. yüzyıl Osmanlı aydınının Batılılaşma ütopyasının gerçekleşmesidir. O andan sonraki ütopya ise çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak, bunu da Batı’nın yaşadığı sorunlardan kaçınarak yapmaktı.
Cumhuriyet dönemi ütopyalarının ağırlıklı olarak 1930’lu yıllarda yazıldığı görülür.
Liberal bir Batıcı olarak anılan Ahmet Ağaoğlu’nun 1930 tarihli Serbest İnsanlar Ülkesinde’deki ütopyanın alternatif bir toplumsal yapılanma önermediği, rejimin işleyişine yönelik yapıcı önerilerden ibaret olduğu söylenebilir.
Raif Necdet Kestelli’nin 1933 tarihli romanı Semavi İhtiras, bir ütopyadan çok, gerçekleştiği düşünülen bir ütopyaya yazılan bir güzellemedir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1934 tarihli Ankara adlı romanı Fethi Naci’nin 100 Yılın 100 Romanı’nda yer alan edebi açıdan önemli ancak, dönemin hakim ideolojisini ideal olarak kurgulayan bir eserdir.
Memduh Şevket Esendal’ın Yurda Dönüş (1940) adlı hikayesi düzene muhalif, alternatif bir yaşam biçimi önermek yerine, mevcut düzeni daha köycü/toprağa dayalı, daha muhafazakar hale getirmeyi hedeflemektedir. Esendal, CHP Genel Sekreteri idi ve dikey medeniyet diye adlandırdığı sanayi medeniyetinin çökeceğine, toprağa dayalı yatay medeniyet anlayışının esas alınması gerektiğine inanıyordu!
Şevket Süreyya Aydemir’in, Toprak Uyanırsa: Ekmeksizköy Öğretmeninin Hatıraları (1963) adlı romanı siyasi çoğulculuğu ve toplumsal farklılıkları hoş görmeyen bir anlayışla toplumun devletçi, Jakoben, disiplinli bir strateji ve planlamayla modernleştirilmesini öngörür.
Peyami Safa’nın, Yalnızız (1955) adlı romanının baş kişisi beş yüzyıl sonrasında kurulmuş hayali bir ülkeyi düşler. Bu roman da ütopya denebilecek etraflı, bütünlüklü bir ideal toplum tasavvuru oluşturmaz.
Türk edebiyatında bu kategoriye girme ihtimali olan eserler ütopya kavramıyla tam olarak örtüşmezler. Tümü, Modernite’nin ve ilerleme fikrinin ürünüdürler.
Ancak Türk ütopya edebiyatı , bir metnin ütopya olabilmesi için gereken:
- mevcut düzene açık ya da örtük eleştirel bir bakış içermek ve,
- bu düzene alternatif bir ideal toplum tasavvuru geliştirmek
açısından genel ütopya kavrayışından farklılaşır.
Gerçekleşen birer ütopya olarak görülen Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini, toplum tarafından içselleştirilmiş bir ideoloji haline getirme çabaları, ütopya yazarlarının amacı haline gelmiştir. Yaşanan devrimin doğru yol olduğunu göstermek için ütopyaya baş vururlar. Türk ütopyaları çoğunlukla tepeden inmeci, dayatmacı, homojenleştirmeci ve totaliter özellikler taşır. Türk edebiyatında komünist, anarşist, feminist, özgürlükçü ütopyalar bulamayız. Tüm insanlığı kapsayan ütopyalar da yoktur.
Bu durumda biz de, Türk edebiyatında ütopya olmadığı yönünde genel kabul gören görüşe katılmak durumundayız.
3 Comments
Merhaba Füsun hanım. Yeni çıkan kitabım Gaipya Cumhuriyeti’ ni de okumanızı ve eksiğiyle, fazlasıyla konuya uzman gördüğüm bakış açınızla yorumlamanızı ve eleştirmenizi çok isterim. Teşekkürler.
Sanırım bu listeye günümüz Türk edebiyatının değerli isimlerinden Ömer Zülfü Livaneli’nin ‘Son Ada’ isimli, fazlasıyla ütopik-distopik değerler taşıyan eseri de eklemek yerinde olur. Eserde kısaca; ilk etapta huzur içinde, doğayla içiçe yaşayan bir halk ve bu halkın yaşayış tarzı, yaşamak için orayı seçmelerinin nedenleriyle yüzleşiyorsunuz. Ardından adaya gelen o adanın ülkesinin darbeci eski başkanı adaya geliyor ve kendisiyle birlikte devletin o bütün hayata etkilerini, doğaya ve canlılara vermediği kıymeti ve daha nicelerini adaya beraberinde getiriyor, Başkan devleti temsil ediyor ve oradaki insanların temelde orada yaşamalarının sebebi devletin bütün etkilerinden uzakta olmanın verdiği mutluluktur. Ancak ada halkından bazılarına göre de devlet, düzen şöyle veya böyle varolmalıdır. İşte bu noktadan itibaren kitap distopya halini alıyor ve -bu devlet etkisinden ilk etkilenenler olarak başta martılar olmak üzere- bu gidişe başkaldıranlar da -içten içe dahi olsa- fazlasıyla vardır. Okumadıysanız okumanızı şiddetle tavsiye edebilirim. Sevgilerle…
Batuhan Bey, ilginize teşekkür ederim.
Füsun Kavrakoğlu