
How to Blow up Two Heads at Once (Ladies), Yinka Shonibare, 2006.
Nijeryalı ebeveynden 1962 yılında Londra’da doğan Britanyalı sanatçı, Jean-Honoré Fragonard’dan esinlendiği heykellerini giydirmek için batik kumaş kullanmayı tercih ederek çok kültürlü yetiştirilmiş olmasını eserlerine yansıtmaktadır. Heykellerin/mankenlerin başsız olması ise mevcut küresel toplumda azalan kolektif kimlik duygusunu temsil ediyor.
Fotoğraf: mca.com.au
Çok halklı Kurtuba/Kordoba şehrinde bir arada yaşamak tamamen çatışmasız değildi, sosyal gerilimler vardı. 1009 yılında Arap ve Berberi elitleri arasında iç savaş yaşandı. 12. yüzyılda Yahudi nüfusa karşı yapılan baskılardan sonra bile Kurtuba çok halklı bir şehir olarak kalmıştır ve yüzyıllar boyunca zenginleşen, çok halklı Avrupa metropollerine bir örnektir. Farklı grupların birbirlerine hoşgörü gösterdiği ve toplumun bazı kesimlerinin çok kültürlü olduğu doğrudur. Ancak başarılarının sırrı hoşgörü değil, yasal kesinlik ve yargıç önünde bir birey olarak haklarını talep etme imkanıydı; çok kültürlü karışım değil, saygılı bir şekilde yan yana durma (1).
Doğu Avrupa ve Akdeniz’in çok halklı şehirlerinden, başat bir kültüre veya ortak bir kültür oluşturmak için asimilasyona ihtiyaç olmadığını öğrenebiliriz.
Baskın olmayan gruplar asimile edilmemiş, kültürel olarak ve açıkça tanımlanmış haklara sahip bağımsız gruplar olarak kalabilmişlerdir.
Sokaklarda birçok dil, birçok kıyafet ve birçok ten rengiyle karşılaşmak normaldi.
Farklı grupların bayramları diğerleri tarafından da kutlanıyordu.
Bu, büyük ölçüde bir yan yana yaşam, nadiren bir birlikte yaşam ve daha da nadiren gerçek bir kaynaşma olarak yaşandı.
Günümüzde ya muhafazakar bir şekilde öncü bir kültüre intibak ve entegrasyon talep ediyoruz ya da kültürlerin karışımı anlamında sol-liberal bir çokkültürlülük. Geçmişte farklı etnik gruplara yasal güvence sunulurken farklı etnik ve dini gelenek ve uygulamaların yan yana var olması kabullenilmişti (2).
‘Yan yana yaşam’, kişinin, diğer insanların da kendisi ile eşit haklara sahip olduğunu kabul etmesi demektir. Bu aynı zamanda, misyonerlik ve din değiştirme girişimlerinden vazgeçmeyi de içerir.
Her Avrupalının şu ya da bu zamanda göç etmiş ataları vardır. Samiler ve Basklar herkesten daha erken göç etmiş olabilirler, o kadar erken ki göçlerine dair hiçbir kayıt günümüze ulaşmamıştır. Atalarının göçmen olduğu gerçeği, çeşitliliği kabul etmeyi, yan yana saygılı bir şekilde yaşayabilmeyi kolaylaştırmaktadır.
Avrupa tarihinin yüzyıllardır gelişen çok halklı kentlerinde yaşayanlar, yöneticilerine karşı politik yükümlülüğü kabul etmişlerdi. Kiev, Bari, Konstantinopolis veya Kurtuba yöneticilerine çok az sadakat duyuyorlardı çünkü sadakat onların kendi grubu ve kökenine gösterilirdi, ancak tam da yasal güvenlik ve koruma sağladığı için iktidardaki hanedanlığa karşı siyasi yükümlülükleri konusunda rasyonel bir anlayışa sahiplerdi (3).
Yararlanılan Kaynak
(1) Avrupalı Nedir?, Dag Nikolaus Hasse, Vakıfbank Kültür Yayınları, 2024. Sayfa 86-91.
(2) A.g.e., sayfa 92, 93.
(3) A.g.e., sayfa 94, 95.
Leave A Reply