Mehmet Ali Kılıçbay’ın İmge Kitabevi’nden çıkmış, 2003 yılında okuduğum Şehirler ve Kentler adlı kitabındaki yaklaşım çok hoşuma gitmişti. Geçenlerde de bu kitaba atıfta bulunmuştum. Kılıçbay’ın yorumunu sizlerle paylaşmak istedim.
Kılıçbay, kentlere erkek, şehirlere dişi diyor ve bu yorumu şöyle açıklıyor:
Batı dillerinde civitas’tan (kent’ten) türeme civilisation kelimesi uygarlığı ifade eder.
Aynı şekilde, Arapçadaki medine (kent) de medeniyet kelimesine can vermiştir.
Erkek ekonomisi, üretim yerine, avcılık gibi, doğanın sunduklarını arayıp bulmaya yöneliktir.
Kendini ve yaşadığı mekanı, olduğundan başka bir biçime büründürme ise kadın işidir. Tarım, yemek pişirme, dikiş dikme gibi.
Yani uygarlık, dişi bir oluşumdur.
Devlet ve her türlü hegemonya, kentlerin dişileşerek şehirleşmesinde en büyük engel olduğu gibi, şehirlerin de erkekleşerek kent haline gelmesinde en büyük teşvik unsurudur.
Bu soyutlamadaki erkek ve kadın imgeleri, uygarlığa göre konumlanma halini ifade etmektedir.
Ortaçağın dağınık, düzensiz, hayal gücüne geniş yer bırakan, anarşik, sıkışık alanlar içindeki oluşumları dişi şehirlerdir.
İspanyol şehirleri dişidir. Bir tek Ortaçağ geçmişi olmayan ve doğrudan başkent olarak kurulan Madrid erkek ve bürokratiktir (avcı).
Dünyanın en dişi şehri Paris’tir. Bin yıllık başkentlik kariyerine rağmen erkekleşememiştir. Bir Ortaçağ geçmişi vardır ve erkek siyasetine teslim olamayacak kadar dünyaya malolmuştur. 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yarısında hemen herkesin ikinci vatanıdır.
Almanya’nın Ortaçağ’dan gelen kentleri, günümüzde dişiliklerini kaybetmişlerdir. Heidelberg ve Bayreuth için dişidir diyebiliriz.
İtalya’nın en erkek kenti Roma’dır. Colliseum, zafer takları, çok sayıda ulu kilisenin yarattığı otorite etkisi yadsınamaz.
ABD’de ise bir tek New York dişiliğe giden yol üzerinde belirli mesafeler almış.
Uzakdoğu’da bir ikilem var: Kentlerin dışları, yani sokak ve binaları erkek, evlerin içi dişi.
Hindistan’da şehirler pasaklı, fakir ama dişi.
Güney Amerika kentlerini erkekleştirmek için çok çabalar harcanmış. Daracık sokaklar yanında devletçi geleneğin açtığı büyük cadde ve meydanlar yanyana.
Türkiye’de ise en dişi şehir İstanbul, en erkek kent ise Ankara. İzmir ve Bodrum da dişi sınıflamasına giriyor.
Sürekli nüfusu beş bin civarında olan bir Yunan polis’inde yirmi beş bin kişilik bir tiyatro bulunması, bu yapılanmanın kır için varolduğu gösterir. Yunan polis’i kırla bütünleşmiştir.
- Roma ise modern kentin atasıdır: artık ürünlere el koymanın organizasyonudur. Kırın onun üzerinde herhangi bir söz hakkı olamaz, kır ona tamamen bağlıdır. Roma kenti yurttaşlığı bir egemenlik simgesidir. Senatör, herşeyden önce büyük toprak sahibi demektir. Hıristiyanlık ve Müslümanlık, genişlemelerini ve devlet örgütlenmelerini bu model doğrultusunda yapmışlardır.
- İstanbul da Roma gibi önce bir polis idi. Petersburg, Pekin, Bağdat gibi ihtişamın içine doğmamış, kapris ürünü değil, tarihin yaratısıdır, dolayısıyla anarşik bir oluşum sürecine sahiptir. Yeni Roma olarak anıldığı dönemde kapris kentine dönmeye yüz tutmuş, ancak Bizans elitlerinin yanı sıra tutunamayanların da başkente akın etmesi şehre anarşik karakterini vermiştir. İstanbul’un haritasını merkezin düzeni değil, halkın anarşisi oluşturmuştur: Ortalıklardan sürüldüklerinde civarı fethetmişler, fırsat bulduklarında da görkemin arasına sızmışlardır. Osmanlı yönetiminde de şehrin yapısı değişmemiştir. Araba girmeyen sokaklar, çıkmaz sokaklar, kenti istila eden mezarlıklar, evler tarafından istila edilen mezarlıklar, iki evin arasında karşımıza çıkan kavuklu bir mezar taşı, her yerde bir yatır veya evliyası ile şehir adeta bir nekropolise dönmüştür. Haliç’teki kayık anarşisi, daracık, karanlık ve basık dükkanlar, yokuşlar……
- Paris, Roma ve İstanbul’dan farklı olarak, hiçbir zaman bir imparatorluğa başkentlik etmemiş ama Capetlerin merkezi, 11. yüzyıldan itibaren entelektüel hayatın merkezi haline gelmiştir. 18. yüzyılın Aydınlanma hareketiyle dünya düşünce oluşumlarına damgasını vurmuş ve sanatı da tekeline almıştır. 1789 Devrimi ile siyaset teorisini belirler olmuştur. Baron d’Haussmann’ın devletçi müdahaleleri şehrin anarşisini bir miktar uzaklaştırmışsa da korunabilenler bile dişiliğini korumasına yetmiştir.
Leave A Reply