1952 yılının Nobel Barış Ödülü sahibi, Fransız bilge kişi Dr. Albert Schweitzer (1875-1965) diyor ki: “Zenci bir çocuktur ve otoritenizi kullanmadan çocuklarla hiçbir şey yapamazsınız.”
“Her beyaz adam, Afrikalılarla olan her gün her saat sürdürdüğü mücadelede giderek ahlaki yıkıma sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıyadır.” (1).
Hint Okyanusu’ndaki Manda Adası’ndan Victoria Gölü’ndeki Magata Adaları’na kadar Kenya’nın her yerine yayılmış büyük kamplar vardı.
Afrikalı gardiyanlar, mahkumlara trenden iner inmez ellerini başlarına koyup sıraya girmelerini emrettiler. Askerler onları coplarla dövüyor ve birbirlerini teşvik ediyorlardı: Daha hızlı vurun, onları buraya getiren biz değiliz, beyaz adam (İngiliz). Manyan Kampı üç büyük kısma bölünmüştü: A, B ve C. C Bölümü en ağır olan bölümdü. Her bölüm kendi içinde, her biri 10 hücreyi kapsayan daha küçük bölümlere ayrılmıştı. Bir büyük hücrede 600 mahkum kalıyordu. Rira Kampı, Kenya’nın ücra bir köşesindeydi; oraya asla yağmur yağmaz ve toprağında hiçbir şey yetişmezdi. Rira Kampı’nda yemek istihkakı çok küçüktü: et haftada 230 gram, un günde 200 gram. Rira’da en sık başvurulan işkencelerden biri mahkumu çıplak halde sıcak kumlara gömmek ve bazen bir gece boyunca onu orada bırakmaktı (2).

Johannesburg Havaalanından bir portre.
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu, 2024.
Sömürge, özgün olanın kopyasıdır. Sömürge klonları (Yeni İngiltere, Yeni İspanya, Yeni Amsterdam, Yeni York…), farklı bir şeye dönüşecek bir şeyin, çok uzakta yeniden üretilmesidir (3).
Sömürge yönetimleri, Avrupa’nın 19. yüzyıla özgü cinsel ahlakını, toplumsal cinsiyet rolleri ile cinsellik pratiklerinin genelde daha akışkan ve daha gevşek olduğu (bu bakımdan sömürgeler aslında bazı Avrupalıları kendine çekmişti) toplumlara dayatmışlardı. Günümüzde patriyarkal normların ya da hiper-maskülen rol modellerinin çok güçlü olduğu güneydeki toplumlar, genelde daha esnek toplumsal cinsiyet fikirlerine karşı en büyük direncin görüldüğü yerlerdir. Bu da kimi zaman Batı’nın kültürel emperyalizminin başka bir örneği olarak görülür (4).
Sömürgelerde yaşayan kadınlar için “çifte sömürgeleştirme”den söz edilebilir: İlki sömürge iktidarının, ikincisi ise patriyarkanın sömürüsüydü. Hindistan ve Afrika’da sömürge idaresinin çocuk evliliği, dul kadınların yakılması ve kadın sünneti gibi uygulamaları yasaklamasına sömürge feminizmi denmiştir (5).
Aydınlanma Çağı’nda her insanın “akıl yürütme” ile “kendi kendini yönetme” becerisine sahip olabileceği kabul görünce, yerli ulusların akıldan yoksun olduklarını iddia etmek gülünç olmaya başlamıştı. Denis Diderot’ya (1713-1784) göre kolonyalizm bir barbarlık yapısıydı.
Adam Smith’e (1723-1790) göre merkez (kolonyal güç) ve çevre (koloni) ülke arasında kolonyal politikalar neticesinde kurulan sömürü ilişkisi merkez ülkede kendini düzenleyen piyasa mekanizmasına zarar vermekte ve koloni ülkede kurulan askeri ve idari yapılar vergi mükellefleri üzerindeki yükü artırmaktaydı.
John Stuart Mill (1806-1873), sömürgeciliğin kolonici güçlerin oluşturdukları imparatorlukların etkinliğine ve meşruiyetine zarar verdiğini söylüyordu. Bunun için dört sebep öne sürüyordu: Yerel bilgiye hakim olmamaları; kültür, din ve dile ait farklılıklar; adil muhakeme yeteneğinin kısıtlı olması; amacın hiçbir zaman koloni ülkeyi kalkındırmak olamayacağı.
Karl Marks (1818- 1883), Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliğine ilişkin analizinde buradaki feodal üretim ilişkilerini geri kalmış ve değişmesi gereken bir üretim biçimi olarak tarif etmiş, feodal toplumdan burjuva toplumuna geçiş her ne kadar acı veren ve güç bir dönüşüm olsa da bu gerekli ve nihayetinde ilerlemeci bir dönüşüm sürecidir. Marks’a göre burada devam eden feodal ilişki biçimleri içinde kast baskısı, kölelik ve yoksulluk gibi acımasız sosyal ve ekonomik ilişkiler vardır. Modernleşme süreci ilerici bir karakter taşımaktadır. Marks sömürgeciliği, egemen toplumun dar ekonomik ihtiyaçlarına hizmet eden ve sermayenin “ilkel birikimine” olanak sağlayan ekonomik bir olgu olarak eleştirmiş ve sömürgeciliğin dünya çapında kapitalizmin yayılmasını daha da kolaylaştırdığını savunmuştur (6).
Kısa Almanya Tarihi‘nin yazarı James Hawes, The Guardian Weekly için kaleme aldığı makalesinde “Kolonyal kafa yapısı herhangi bir tehlikeden daha uzun süre ayakta kalır,” diye yazmış (7).
Yararlanılan Kaynaklar
(1) Bir Buğday Tanesi, Ngugi Wa Thiong’o, Ayrıntı Yayınları, 2021. Sayfa 77, 78.
(2) A.g.e., sayfa 161, 162.
(3) Postkolonyalizm, Robert J. C. Young, İletişim Yayınları, 2024. Sayfa 168.
(4) A.g.e., sayfa 129.
(5) A.g.e., sayfa 130, 131.
(6) Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler Dersi, Post-Kolonyal Teori Ünitesi, Anadolu Üniversitesi. Sayfa 193.
(7) Almanya’nın İki Yüzü, Oksijen, 20-26 Eylül 2024.


Leave A Reply