Anita Desai (1937) Alman anne, Bengalli babadan Delhi’de doğmuş. “Hindistan’ı annemin gözleriyle gördüm ama babamın hisleriyle sevdim”, demiş. Almanca, Bengalce, Urduca, Hindi ve İngilizce biliyor. Doğal olarak Batı edebiyatı ve müziğine, Doğu kültür ve adetlerine aşina olarak büyümüş. 21 yaşında evlenmiş, dört çocuğunu yetiştirirken yazmaya devam etmiş, ilk kitabı 1963 yılında İngiltere’de yayımlanmış. Yedi yaşından itibaren tüm yazdıklarını İngilizce yazmış. En küçük çocuğu Kiran 14 yaşındayken boşanmış ve kızı ile önce İngiltere’ye sonra ABD’ye yerleşmiş.
Yazdığı psikolojik romanlardan dolayı Hindistan’ın Virginia Woolf’u diye anılıyormuş. Kadınlarla ilgili sorunları konu alan eserleri ile ülkesinde öncü rol oynamış ama ülkesinde feminist sayılmıyor. Hindistan’da feminizm oldukça taze bir konu ve Hintli feministler Anita Desai’nin eserlerindeki kadın karakterlerin neden karşı koymadıklarını, direnmediklerini anlamkta zorluk çekiyorlarmış. Kendisi bu yorumlara katılmıyor, gerçekçi bir yazar olduğunu vurguluyor. Ülkesinde pek çok kadının kendi hayatını yönetmesine hala izin verilmediğini söylüyor. Ülkesinin çok kültürlülüğünü koruyabilmesini çok önemsiyor. Kendisi uzun yıllar ABD’de ders verip emekli olmuş. Önce kız okulu Mount Holyoke College’da, sonra MIT’de. Hindistan’dan başka yerde kendini evinde hissetmediğini ve uzaktayken ülkesi hakkında yazmakta zorlandığını belirtiyor. Goa’dan çıkan Zikzaklı Yol galiba en iyi eserlerinden biri değildi. Çünkü ödülleri olan, en iyi İngiliz dili romancılarından biri sayılan, üç kez Booker ödülüne aday gösterilen, üniversitelerde yaratıcı yazarlık dersleri veren birinin kitabı daha etkileyici olmalıydı diye düşündüm.
1971 Delhi doğumlu Kiran Desai ülkemizde adından bir ara çok bahsettirdi. ABD’de yaratıcı yazarlık eğitimi alan, bilgisayarın başına geçip bir sonraki adımı hiç tasarlamadan ve genellikle mutfakta yazan bir genç.”Yazı yalnızlık demek, mutfak ise sıcak, aile kavramını anımsatan bir ortam olduğu için yalnızlığı mutfakta dengeleyebiliyorum, ayrıca yemeğe tutkuyla bağlıyım” diye açıklıyor hislerini. Çok yakın dostu Salman Rüştü’nün ve annesinin onu çok desteklediğini, eleştirmeyip kendi sesini duymasına izin verdiğini anlatıyor. Annesiyle ortak noktalarının ikisinin de romanlarında mutlaka münzevi bir karakter olduğunu, bunun belki de annesinin ve teyzesinin münzevi hayat tarzlarının bir yansıması olduğunu söylüyor. Aldığı ödüllere 2006 yılında ikinci kitabı Kaybın Türküsü ile Man Booker Ödülünü de ekleyen Kiran Desai, kitabında göçmenlikle beraber gelen ve kuşaktan kuşağa aktarılan kayıp duygusunu anlatıyor. Göç edenlerin sömürge olmuş bir ülkeden gelmesinin onları utandırdığını, göçmenlerin kendini egemen ülkenin bakışıyla değerlendirmeye başladığını, renk farklarının, şivelerinin sorun yarattığını, ciddi bir kimlik bunalımı yaşandığını, kendisinin de İngiltere’deki okulda dışlandığını söylüyor. Toplumsal sevinç ve üzüntülerden ayrı kalmanın izolasyona yol açtığını, duygusal anlamda yaşanan değişimin sonucu olarak özgüven kaybı, masumiyet kaybı ile göçmenin çocuksu yanının kaybolduğunu belirterek kitabın adını da izah etmiş oluyor. Kaybın Türküsü çok severek okuduğum bir kitap olmuştu.
Leave A Reply