- Freud’un 19. yüzyılın sonunda yarattığı, insan ruhunun çok katmanlı yapısını inceleyerek onun meselelerine dair çözümler üretmeye çalışan ve klinik bir tedavi tekniği olarak da tanımlanabilecek psikanaliz, 20. yüzyılda klinik çerçevenin dışında da kendisine yer bulmuştur. Psikanalizin yeni açılımlar getirdiği alanlar arasında sanat eserleri önemli bir yer tutar. Psikoanalitik yaklaşımın yer aldığı alanlardan biri de sinemadır. Psikanalizin ortaya attığı bazı kavramlar, sinemasal okumanın araçları haline dönüşmüştür.
- 1970’li yıllarda modern dilbilimin kurucusu Ferdinand de Saussure, yapısal antropolog Claude Lévi-Strauss, Louis Althusser, Roland Barthes, Julia Kristeva, Jacques Derrida gibi daha politik düşünürlerin fikirleri benimsendi. Fransız film kuramcısı Christian Metz’in düşüncelerini büyük ölçüde etkileyen Post Freudçu Jacques Lacan (1901-1981) film kuramında anahtar kişi oldu. Film alanında kullanılan esas terimler Lacancı psikanaliz tarafından dillendirilmiş; yenilikler de Lacancı psikanalizin karşı-sürümü şeklinde görülmüştür.
- Christian Metz (1931-1993), Lacancı psikanalizdeönemli bir yer tutan imgesel evreye yani çocuğun ayna karşısındaki konumuna atıf yaparak, sinemanın bireyin algı-temsil mekanizmasıyla oynayarak bir kontrol ve bütünlük duygusu yarattığını, izleyicisine tatmin olma hissi verdiğini söyler. İzleyici, bir anlamda röntgencidir ve bundan haz duyar.
- Foucault ve Baudrillard da bakmak-görmek; kişinin baktığı üzerinde iktidar kurması sorunsalı ile ilgilenmiştir.
- Postmodernizm’in metinlerarasılık prensibi, edebiyatta diğer bir kitaptan esinlenme şeklinde işlediği gibi sinemada da diğer bir filmden esinlenerek yeni bir film yapmakşeklinde işler. Bu filmlere, yeniden yapım, revizyonist filmler denir.
- Sanat yapıtı estetik bir bütün olarak değil, çok daha büyük bir kültürel yapının parçası olarak görülmeye başlandı: psikanaliz, dilbilim, feminizm, Marksizm, göstergebilim film eleştirisinde önemli disiplinler oldu.
- Metz ve takipçileri, Freud’un düşüncelerini göstergebilim temelli film kuramlarının önemli unsuru yaptılar. Freud ve Post Freudçu film kuramlarının bazıları hala pek çok üniversitenin sinema araştırma programlarının değişmez parçasıdır. Lacancı kuramlar hakkında kesin ifadelerde bulunmak zordur; Lacan’dan Postmodern Düşünürler bölümünde bahsetmiştik.
- Bebek aynadaki yansımasını gördüğünde bunun kendisi olduğunu anlamaz; bunun ayrı bir ideal-ego olduğunu düşünür. Daha sonra bu ideal-ego içselleştirildiğinde bebek diğerleriyle özdeşleşme arzusu hisseder. Bu nokta önemlidir çünkü ileride sinemadaki karakterlerle özdeşleşmekten haz alma olarak ortaya çıkar. İmgesel/Hayali denen bu evre, ben’i öteki ile karıştırmaya başladığımız ayna aşaması ile filmlerin cazibesi arasında çok yakın bir ilişki yatar. Lacan’ın özdeşim süreci, sereden kişinin filmin anlatısına dahil olmasında filmin neden bu kadar etkili olduğunun anlaşılmasına imkan vermiştir.
- Bir çok Lacancı kuramcı, Oidipus hikayesinin Hollywood anlatımlarının tümünde ana olay örgüsü olduğunu savunur.
- Film tarihinin başında, klasik-dramatik tiyatro ve modern gerçekçi-pozitivist roman edebiyatından aktarılan klasik-gerçekçi, öykülemeci anlatım biçimlerinin, temsil estetiği denilen yöntem, uzun süre filmlerin anlatım tekniği olmaya devam etmiştir.
- Gilles Deleuze (1925-1995), sinemayı İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası diye ikiye ayırır. Yönetmenlerin, mekan ve film kişilerinin seçiminin, kameranın hareketinin, izleyicinin genel hikayeye ve kahramanlara hakim olduğu bakışın İkinci Dünya Savaşı sonrasında değiştiğini belirtir. Klasik sinemanın kapsamı, olayları ve karakterleri bir arada tutan yapısı da Savaş sonrasında dağılır. Deleuze, bu durumun ilk belirtilerini, iki dönemi birbirine bağladığını düşündüğü Hitchcock filmlerinde bulur. Savaş sonrasında yerle bir olan sadece uzamlar değildir, film kişileri de bu dağılmadan pay alırlar. Savaş sonrası değişen kültürel ve politik dünya görüşlerine karşı kuşkular gelişmiş, Dünya’yı yeni şekillerde tarif etmenin yolları çizilirken İtalyan Yeni Gerçekçiliği (1948), Fransız Yeni Dalgası (1958), Yeni Alman Sineması (1968) ve Amerikan Bağımsız Sineması (1970) doğmuş, bunlar, birinci bölümü sona erdiren sinema akımları olmuştur. İkinci bölümde, neyin hayal ürünü neyin gerçek olduğunu ya da neyin fiziksel neyin zihinsel olduğunu bilemeyiz; artık imajların birbirine nasıl bağlandığını sormayız, önemli olan imajların ne gösterdiğidir. Nesnenin kendisi yerine, nesneye yönelen bakış açılarıyla nesneyi algılarız. İkinci bölüm artık görmenin sinemasıdır; bu sinema, mevcut algı kalıplarını ve duyum şemalarını bozmuş; yönetmen kadar seyircinin de katılımıyla yeni bir gerçeklik doğmuştur; artık ekranda yeni ruhsallığın sonuçları görülür. Deleuze’e göre, Alain Resnais ve Stanley Kubrick gibi yönetmenlerin temsil ettiği beyin sineması, dünya üzerine yapay beyinler yerleştirerek, yeni yaratıcılık olasılıkları, yeni hareket biçimleri yaratılır; insan bedeni dışında işleyen bir beynin yarattığı yeni bir düzen ortaya çıkar.
Alain Resnais, Amerikan Bağımsız Sineması, Baudrillard, Çağdaş Sanat, Çağdaş Sanata Varış, Christian Metz, Claude Lévi-Strauss, Ferdinand de Saussure, Foucault, Fransız Yeni Dalgası, Freud, Gilles Deleuze, Hitchcock, İtalyan Yeni Gerçekçiliği, Jacques Derrida, Julia Kristeva, Louis Althusser, metinlerarasılık, Oidipus, öykülemeci anlatım, Post Freudçu film kuramları, Post Freudçu Jacques Lacan, Postmodern Sinema, psikanaliz, revizyonist filmler, Roland Barthes, röntgenci, sanat, Stanley Kubrick, temsil estetiği, Yeni Alman Sineması, yeniden yapım
Leave A Reply