1999 yılında ailemle Güney Afrika Cumhuriyeti’ne giderken Apartheid rejimine dair okumalarım bitince Nadine Gordimer okumuş, Coetzee okumalarıma da başlamıştım. O zaman Damon Galgut’tan haberim yoktu. Bu yıl Namibya’ya gitmeden önce Cumhuriyet Kitap’ta Domuzların Güzel Çığlıkları’nın (1991) Namibya’da geçen bir roman olduğunu okuyunca yazarla tanıştım. Okuma grubu arkadaşlarımla tüm eserlerini okumaya başladık. Kendisi, Güney Afrikalı yazarların bizim için en güncel olanı. Ben Domuzların Güzel Çığlıkları’nı yazmayacağım, onu arkadaşım Şeyma Doğramacı çok güzel yazdı zaten (birkitap.okudum, 28 Nisan 2024).
Damon Galgut’un arası Booker Ödülü ile oldukça iyi: ya kısa listeye (İyi Doktor-2002) (Yabancı Bir Odada-2010) giriyor, ya da kazanıyor (Vaat-2021). Güney Afrika’dan bu ödülü alan (Gordimer ve Cooetze’den sonra) üçüncü yazar.
Yabancı Bir Odada, şimdiye kadar okuduğum eserlerinden oldukça farklı bulduğum bir roman. Yazarın cinsel tercihini ilk kez bu kitapta hissettim. Bu defa üç kıtayı kapsayan bir coğrafyayı ve insanlarını içeriyordu. Ufku daha geniş, doğa daha baskındı. Roman Takipçi, Aşık ve Bakıcı bölümlerinden oluşuyor, alt başlığı da Üç Seyahat. Ama Takipçi Lesotho’da geçerken Aşık bölümü Zimbabwe, Zambiya, Malawi, Tanzanya, İsviçre Lozan ve Londra gezilerini kapsıyordu. Bakıcı adlı bölüm ise Hindistan’da (Goa, Cochin, Madurai, Bangalor) geçiyor ve Fas’ta son buluyordu. Galgut, sık seyahat eden, gittiği yerde uzun kalan, seyahatlerinde de yazan biri. Seyahat ile ilgili yazdıklarını da çok ilginç buldum:
“Bütün gerçek yolculukların başladığı bir an vardır. Bazen evden çıkarken, bazen de evden çok uzaktayken yaşanır.” (Sayfa 55).
“Bütün sınır şehirlerinin o itici özelliğine sahip, geçicilik, trafik ve hafiften aşınmış bir tehlike içine işlemiş.” (Sayfa 67).
“Sınırlardan geçmek onu hep korkutuyor, bilineni ve güvenli olanı bırakıp ötesinde her şeyin olabileceği bir boşluğa geçmek hoşuna gitmiyor.” (Sayfa 68).
“Sınır haritadaki bir çizgi ama aynı zamanda içinde bir yerlerde de çizili.” (Sayfa 68).
“Floresan ışıkların altında, gümrükten muaf dükkanlardan alınmış paketlerine yapışmış kalabalıklar, dışarıda, aynalı camların ardındaysa, sıra sıra dizilmiş hava taşıtlarının doğadışı tuhaf şekilleri.” (Sayfa 93).
“Yolculuk boşluğa yazılan bir hareket, daha yapılırken yok oluyor. Bir yerden bir yere, oradan başka bir yere gidiyorsunuz ve ardınızda orada olduğunuzu gösteren tek bir iz kalmıyor. Dün geçtiğiniz yollar bugün başka insanlarla dolu, hiçbiri sizi tanımıyor. Dün gece uyuduğunuz odadaki yatakta bir yabancı yatıyor. Toprak ayak izlerinizi kaplıyor, parmak izleriniz kapıdan siliniyor, yere ve masaya düşürmüş olabileceğiniz ufak tefek kanıtlar süpürülüp çöpe atılıyor ve bir daha asla geri dönmüyor. Bıraktığınız boşluğu havanın kendisi su gibi dolduruyor ve hemen ardından, o an fazlasıyla ağır ve kalıcı gelen varlığınız tamamen siliniyor. Her şey sadece bir kez oluyor ve asla tekrarlanmıyor, asla geri dönmüyor. Anılar hariç.” (Sayfa 95).
“Artık orta yaşa gelmiş, seyahat alışkanlıkları değişmiş. Şimdi daha yerleşik, aynı yerde daha uzun zaman kalabiliyor, gençken yaptığı gibi oradan oraya koşturmuyor. Ama bu yeni yaklaşımın da kendine has sorunları var. O yerle bağlar kurmaya başladığını, genelde kendilerinden kaçmak amacıyla yolculuğa çıktığı bir dizi alışkanlık ve sosyal refleks geliştirdiğini fark etmiş.” (Sayfa 98).
“Seyahate ya da kaçmaya devam” etmekten bahsediyor.
Romanda “Onun Evi Yok” ile Sırp sanatçı Vojislav Jakic’e (1932-2003) bir selam var.
Ama benim için en ilginç olan yazım tarzıydı. Üçüncü tekil şahıs ile birinci tekil şahıs bir arada kullanılmış. Paragraf son cümleye kadar üçüncü tekil şahısla yazılmış, son cümle birinci tekil şahıs. Bazı paragraflar birinci tekil şahıs ile başlayıp üçüncü ile sürüyor. Üçüncü, birinci, üçüncü şahıs şeklinde yazılmış cümleler var. “Kendim değilmişçesine, yaptığım şeyleri izliyorum,” diye başlayan paragraf, kendini görmesi, duyması ile devam ediyor.
“Burada yazılı olmayan ikinci hikayeyi dinlemiş olduğu yüzünden okunuyor.” (sayfa 50); “Hem mutlu hem de mutsuz bir halde sonunda uykuya dalıyor ve rüyasında, hayır, rüyalarını hatırlamıyorum” (sayfa 76) gibi alışık olmadığım ifadelere rastlamak,
Dinen öfkenin mutsuzluğa dönüşmesi (sayfa 63) ve “Zamanı tüketmek zorunda kalmaktan daha sefilce bir şey yok” (sayfa 81) gibi ifadeler okumayı benim için zevkli hale getiriyor.
Beni bu yola sürükleyen “domuzun ölüm çığlıkları” bu romanda da yerini buluyor (sayfa 100).
Galgut’u izlemeye devam edeceğim.
Leave A Reply