Murakami, Mesleğim Yazarlık adlı kitabında, roman yazmak konusunda hiç eğitim almadığını, bir gün birdenbire, statta beysbol maçı izlerken roman yazmaya karar verip, maç bittikten sonra kırtasiyeden kağıt ve dolma kalem aldığını, bardaki işi bittikten sonra gün doğana dek yazmaya başladığını anlatıyor. Rüzgarın Şarkısını Dinle adlı ilk romanını altı ayda yazdığını söylüyor. Tatmin olmayıp, özünü değiştirmeden, baştan sona tekrar yazınca ifade tarzının bütünüyle farklı olduğunu görüyor (26, sayfa 15). “Saf edebiyat sistemi” denen şeylerden uzak, iyi bir akışa sahip, doğal sesiyle hikaye anlatmayı amaçlamış (26, sayfa 39). İlk romanı ile edebiyat dergisi Gunzo’nun Yeni Yazarlar Ödülü’nü kazandığında 30 yaşındaymış (26, sayfa 26, 38).
Akılla düşünüp yazmak yerine sezgisel yazımı tercih ediyor. Bir ya da iki roman yazmanın o kadar zor olmadığını, zor olanın roman yazmayı uzun süre devam ettirmek, roman yazarak yaşamını idame ettirmek, roman yazarı olarak kalabilmektir, diyor. Kendisi hiç yazma zorluğu çekmemiş. Canı roman yazmak istemediğinde İngilizceden Japoncaya tercüme yaparmış. Bir roman için fikir aklına öyle pat diye geliverir, karakterlerin türü de hikayeye göre oluşurmuş (26, sayfa 42, 76, 163).
Roman yazarı olmak isteyen biri için en önemli şeyin, her şeyden önce çok kitap, çok roman okumak olduğunu belirtiyor. Bir kere başladığı kitabı yarıda bırakmayı sevmediğini biliyoruz (28, sayfa 144, 145). Karakter oluşturmak için de çok insan bilmek, yani karşıdakini anlamak gerektiğini söylüyor (26, sayfa 151). Gördüğü şeyleri ve olayları detaylı bir şekilde gözlemleme alışkanlığı edinmek ve sonrasında onlar hakkında etraflıca düşünmek gerektiğini vurguluyor. Not defteri kullanmadığını; kafasındaki büyük dolapta anıları, bilgileri topladığını; belleğin doğal seçilim ile bunları elediğini, kalması gerekenin kaldığını söylüyor. Malzemeden, materyalin ağırlığından güç alan türde bir yazar olmak yerine kendi içinden hikaye çıkarabilen bir yazarın daha rahat olacağını Hemingway üzerinden örnekliyor. Uzun soluklu her iş için düzenin gerekli olduğuna inanıyor. Kendisine her gün on sayfa ya da iki buçuk ekran yazma kuralı koymuş (26, sayfa 79, 82, 83). Sabah dörtte uyanıp, 5-6 saat boyunca masasında, kahve içerek yazıyormuş (1, sayfa 16, 102).
Profesyonel yazar olduktan sonra sabah erken kalkıp akşam erken yatıp, her gün spor yapar olmuş. Gece neredeyse hiç dışarı çıkmazmış (26, sayfa 45, 120). Koşmaya, Yaban Koyununun İzinde adlı romanını yazarken başlamış. Her gün koşmayı ya da yüzmeyi alışkanlık haline getirmiş. Hatta Koşmasam Yazamazdım (Doğan Kitap, 2013) diye bir kitabı var. Yılda bir kez de maratona katılıyormuş. Bir başka tutkusu ise beysbol. Yazma konusunda olduğu gibi sporda da disiplinli. Koşu ve egzersiz günlük hayatının ayrılmaz bir parçası. Her sabah 4’te uyanıp 5-6 saat yazdıktan sonra 10 km koşuyor. Koşarak zihnini sakinleştirdiğini söylüyor. Eşi Yoko, menajerliğini yapıyor. Çocukları yok (26, sayfa 175).
Leave A Reply