
İngiliz Elçisinin Kızı Tahtırevanda, Fausto Zonaro, 1896.
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu, Pera Müzesi, 2024.
Türkiye, İran ve Çin‘in emperyalizmin yayılmasıyla ancak belli bir ölçüde kesintiye uğrayan tarihsel süreklilikleri vardır. Bu ülkeler kültürel, toplumsal ve idari geleneklerini belli bir ölçüde koruyabilmişlerdir. Bu ülkelerin üçü de sömürgeleştirme mekanizmalarının ve stratejilerinin harekete geçirilmesinin önünde hatırı sayılır bir direnç gösterebilecek toplumsal ve siyasi-ekonomik yapıların taşıyıcısı ve mirasçısıdır.
Osmanlı İmparatorluğu, emperyalist ülkeleri çok yakın, neredeyse dokunan sınırlara sahipti. Uzun erimli ticaretin de köprüsü olmuştu. Bağımsızlığını ve toplumsal yapılarını korumasına bakarak bu ülkenin sömürgeleştirmeye konu olmadığı sonucunu çıkarmak doğru olmaz. Sömürgeleştirilebilir her eyalet, Cezayir, Mısır ve Tunus’tan başlayarak imparatorluktan koparılmış ve Batı sömürgeciliğinin denetimi altına girmiştir. Osmanlı Devleti’nin, bütün ekonomik dengelerini alt üst ederek, sonuçta iflasa ve devletin mali aygıtının önemli bir kısmının sömürgeleştirilmesine yol açan dış borçlanmaları, Batılı ülkeler tarafından dayatılan, sürekli bir tehdit unsuru oluşturan savaş tazminatlarını unutmamak gerekir. Osmanlı Devleti’ne ancak ikincil bir konumda Avrupa’da oluşmuş ittifaklar sisteminde bağımlı bir yer verecek siyasal, İktisadi ve askeri yöntemler, kendine özgü bir sömürgeleştirme biçiminin Osmanlı ülkesinin tümü için de devreye sokulduğunu düşündürür.
Osmanlı Devleti 19. yüzyıl boyunca sömürgeleşmemesini, isteyerek ya da istemeyerek verdiği bir tavizler dizisiyle, gerileme, parçalanma, hükümranlığından vazgeçme, borçlanma, mali denetimini bırakma, yabancı devlet aygıtı biçimlerini kabullenme gibi önlemlerle ödemişti. Toptan kolonileştirme mekanizmaları Avrupalı ülkeler tarafından bu tavizler yüzünden hiçbir zaman harekete geçirilmedi; ta ki Birinci Dünya Savaşı sonrasında imparatorluk yıkılana kadar.
Çin ve İran da tam sömürgeleşmediler. Bunda klasik bir devlet yapısının varlığı ve bu ülkelerde çok uluslu bir yapının bulunmaması dikkate alınmalıdır.
Sömürgeleştirmenin nasıl empoze edildiğine baktığımızda, kolonileştirici ülke açısından hedef ülkenin “farklı olması” ve “geri olması” durumunda ülkenin Avrupa ölçütlerine göre “medenileştirilmesi” meşruluk kazanır. Duruma göre, bazen ülkenin tümüne değil belli başlı stratejik alanlarına göz dikilir.
Osmanlı Devleti’nde kapitülasyonlarla ayrıcalık kazanan ticaret erbabının yoğunlaştığı Selanik, İstanbul, İzmir gibi liman kentleri ilk hedefler olmuştu. Bölgedeki gayrimüslim ahalinin desteklenmesi de söz konusuydu. Bu faaliyetler, yabancı misyonların Anadolu’nun içlerine kadar yayılmaları, İstanbul, İzmir gibi merkezlerde oluşturdukları “serbest ticaret” kolonileri çerçevesinde yürütülmekteydi.
Yararlanılan Kaynaklar
Dolaylı Eylem, Ulus Baker, İletişim Yayınları, 2012. Sayfa 205-211.
Leave A Reply