Ütopyanın toplumsal değişim için temel olduğu; geleceğin imgesinin, asıl geleceği etkilediği; insan saygınlığının geliştirilmesine yönelik çabaları yüreklendirdiği; seçme, özgürlük ve yaratıcılık demek olduğu; çağcıl toplumun yanlışlarını gösterdiği bilinir.
Ütopya edebiyatı iki ana kola ayrılmıştır:
I- İnsan iradesi dışındaki güçlere bağlı olarak yaratılmış ilk ütopyalar ile,
II- İnsan iradesi ile yaratılmış ütopyalar.
I – İLK ÜTOPYALAR
Ütopyacılığın ilk ortaya çıkışını belirleme olanağı yok ama Sümerlerin kil tabletlerinde, MÖ 8. yüzyılda Hesiodos’un şiirlerinde görülür. Hesiodos’un Altın Çağ ya da Cennet mitlerinin, tasavvur ettiği alternatif toplumsal düzenin gerçekleşmesi umudunu Tanrı, Mehdi/Mesih, mucize, talih gibi insan iradesi dışında güçlere bağlayan ya da geçmişte yaşanan tecrübelere özlem duygusunu dile getiren ütopyalar. Bu eserler, bazı araştırmacılar tarafından, gerçek anlamda ütopya olarak kabul edilmezler.
Hem Altın Çağ geleneği hem de Soylu Vahşi ile ilgili ilk kez Vergilius’un (MÖ 70-21) anlattığı Arkadya var.
Eski Ahit’te kısa ütopyacı görüşler içeren vahiyler, Kudüs’ün kıymeti, Ortaçağ’da Kudüs’te kurulan Tapınak’a duyulan arzu ütopyacı imgelemlerdi.
Hıristiyanlığın gelişmesiyle birlikte cennet, ütopya sözlüğünün merkezi bir parçası oldu, gerçek bahçelerin yaratılışı Cennet’in temsilleri olma amacı taşımaya başladı. Saint Augustine’in İyiler Kenti ile Dünyevi Kent arasındaki ilişkiye ait De Civitate Dei’deki tartışma, Katoliklik içindeki ütopyacılık için önemli oldu.
Ütopyalar Çin’de, Hindistan’da, çeşitli Budist ve İslam kültürlerinde de vardır.
II-İNSAN İRADESİ İLE YARATILMIŞ ÜTOPYALAR
Bir yoruma göre Lycurgus’un ( MÖ 800-730 ) Sparta’sı Batı ütopyacılığının kaynağıdır. Sparta, köleliğe dayalı totaliter bir düzendi. Sokrates’i ölüme gönderdiği için Atina’ya kızan Platon’un, Sparta’dan etkilendiği varsayılır. Temel Sparta uygulaması toplumun birincil, bireyin ikincil önemde olması, ütopyacılığı etkilemiştir.
Ütopyacı düşünce ise MÖ 5. yüzyılda Atina’daki felsefi ve politik tartışmalarda merkezi bir rol oynamıştır. Platon’un (MÖ 427-347), ütopya olarak adlandırılacak iki eseri vardır: Devlet ve Yasalar. Bu yapıtlar, ütopya yaratmak için gerekli iki önemli aracı ortaya koyar: eğitim ve yasa. Platon Devlet’inde kadınların eğitilmesi gerektiğini önerir gibidir. Önerdiği Filozof-Kral’ın kadın olmasına da açık bir engel yoktur.
İçine kapalı komünlerden olan Esseniler (MÖ 2.-MS 1.yüzyıllar), daha iyi bir yaşam görüşünü gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş topluluklar geleneğinde bir ilktir.
Farabi ( 872-950), Platon’un Devlet’ini canlandırarak Erdemli Kent adlı İslam dünyasının ilk ütopyasını yazmıştır.
Thomas More (1478-1535), 1515’de basılan, roman tarzında yazdığı Utopia adlı eserinde ütopik bir devlet tasarımı ortaya koyar. Kitabına verdiği isim bir edebi türe, bir düşünce biçimine, bir bakış açısına da isim olmuştur. More’un bu yapıtı iki bölümden oluşur. İlk bölümde o günün dünyası ağır biçimde eleştirilerek anlatılır. İkinci bölümde ise her şeyin olabildiğince en doğru, en güzel biçimde yapıldığı uzak bir ülke anlatılır. İlk bölümde olan, ikinci bölümde olması gereken anlatılmıştır. Yöneticiler, tıpkı Platon’un ideal devletinde olduğu gibi, çok sıkı bir eğitimle yetiştirilmiştir. More, eseri için yok anlamına gelen “u” önekini kullanarak yokülke demiş. Yalnızca yermiyor, yapılması gerekeni de kendince söylüyor. İyi bir Katolik olarak More’un ana kaynaklarından biri manastır yaşamıydı. Baştan çıkarıcı olabileceği düşüncesiyle kitabının İngilizceye çevrilmesini istemediği de söylenir.
17. yüzyılda bilim ve tekniği kullanan ütopyalar yayımlandı. Bu asırda, o zamana kadar büyü ve dinin bir parçası olan bilim, büyüden ve dinden kurtulma ya da ayrılma sürecinin başlangıcında idi. Ancak bunlar birbirinden ayrıldıktan sonra bilim ve teknolojiye dayanan ütopyalar mümkün olmuştur.
Francis Bacon’ın (1561-1626) 1623 yılında yazdığı tahmin edilen, 1624’te Latince olarak yayımlanan, ölümünden bir yıl sonra edebi varisi Dr. Rowley tarafından İngilizcesi yayımlanan Yeni Atlantis, Bacon’ın bilim üzerine görüşleri çerçevesinde düzenlenmiş, bilimin önemi üzerine büyük bir kitap olarak okunmuş ve Royal Society’nin kuruluşuna yardım etmiştir. Adada kurulu bu ütopik devlet, bir bilgi devleti olarak tasarlanmıştır. Kitapta, ütopya fikrinin kendisinin dahi insanları ütopik davranışlara yönelttiği yönünde bir ima vardır. Yeni Atlantis, bütün Amerika kıtasındaki halkların Hıristiyanlığı kabul etmesi hayaliyle yazılmıştır. Yeni Atlantis, Platon’un Devlet’i gibi siyasal felesefe yapıtı olmadığı gibi Sir Thomas More’un Utopia’sı ve Swift’in yapıtları gibi ekonomik bir eleştiri ve yerme de içermez.
Tomasso Campanella’nın (1568-1639) ütopyası Güneş Devleti de Platon’un etkisi altındadır. Eşitliği sadece malda mülkte değil, kadınların paylaşımında da istiyordu. Ama bu eşitlik, tek tek insanların zevki için değil, toplumun yararı bakımından etraflıca düzenlenmişti.
17. ve 18.yüzyılların ütopyalarında sömürgeciliğin izleri görülür. Sömürgecilik alanları olan Kuzey ve Güney Amerika, ütopya alanları olmuştur.
18. yüzyıl ütopyaları insan aklına, gizilgücüne ve sorunlarına ilgi duymuştur.
Daniel Defoe’nun (1660-1731) Robinson Crusoe’suna (1719) ütopya denilip denilemeyeceği tartışmalıdır ama Robinsonad adı verilen, keşif seyahatlerine dayalı bir edebiyat türü ortaya çıkmış ve bu tür 20. yüzyıl başına kadar popülerliğini korumuştur. En eski Robinsonad Robinson Crusoe’dan 600 yıl önce İbn Tufeyl’in yazdığı Hay Bin Yakzan’ın Crusoe tarafından bilinme olasılığı vardır, çünkü İngilizce çevirileri 1671’den 1710’a kadar düzenli olarak yayımlanmıştır. Robinsonad denen türün yerini bilimkurgu yapıtları, bilinmeyen adaların yerini ise bilinmeyen gezegenler almıştır. J. M. Coetzee’nin Düşman (1986) adlı yapıtı için Defoe’nun 20. yüzyıl örneği benzetmesi yapılmıştır.
Jonathan Swift’in (1667-1745) Gulliver’in Seyahatleri’nde (1726) hayvan ve bitkilere verilen konuşma ve akıl yeteneği, bilimkurguda minerallere kadar genişletilmiştir.
19. yüzyılın eşiği, ütopyanın en parlak devridir. 19. yüzyılda yayıncılık kolaylaşmış; Edward Bellamy’nin Geriye Bakmak adlı ütopyasının yayımlanışı, ütopya yayınlarında dünya ölçüsünde bir yükselişe neden olmuş; H. G. Wells’in Zaman Makinası’nı yayımladığı 1895’ten sonra, bilimkurgu, ütopyalar için temel bir biçime dönüşmüştür. Bu dönem St. Simon (1760-1825), Fourier (1772-1837) ve Owen (1771-1858) gibi büyük ütopyacıların bireysel projelerinin dönemidir. Bu ütopyacı sosyalistler toplumdan çekilip komünler kurarak bir dizi ütopya yaratma girişiminde bulundular. Avustralya ve Yeni Zelanda’da öteki ülkelerdekinden ayrılıklar gösteren zengin bir ütopya edebiyatı gelişmeye başladı. Bu yüzyılın başat izleği sosyalizm oldu. ABD’de din hala merkezi önemini korurken, İngiliz ütopyalarında dinin gölgesi zayıflamıştır. Kadın hakları ikinci önemli izlek olmaya başlamıştır.
19. yüzyıl sonunda H. G. Wells’den (1866-1946) başlayarak, ya bu dünya dışındaki başka dünyalarda geçen olaylar ya da gelecek zaman üzerine kurulu eserler bilimkurgu yapıtlarına yön vermiştir. Ancak tek ütopyası, Men Like Gods’ dur. Wells’in diğer sosyofantastik romanları hemen hemen sadece, sürmekte olan toplum düzeninin sakatlıklarını sergileme amaçlıdır, gelecekteki bir cenneti betimleme değildir. Sadece Men Like Gods ütopyaların tozpembe rengini taşır.
Edward Bellamy’nin (1850-1898) 1888 yılında basılmış olan Geriye Bakmak adlı romanı, 2000 yılındaki ABD’yi anlatırken, 1891’de basılmış olan William Morris’in (1834-1896), Hiçbiryer’den Haberler adlı romanı da gelecekteki, Marksçı prensipler üzerine kurulu bir ideal devleti anlatmaktadır.
20. yüzyılda ütopyalar bilimkurgu içinde bir alt tür haline geldi. Sinema, hem ütopyaların hem de anti-ütopyaların sunumu için temel araç haline geldi. Mimarlık ana bir ütopya biçimi olarak yeniden ortaya çıktı. Eleştirel ya da açık uçlu, belirli ama çözülebilir sorunları olan ütopya, bir alt tür olarak gelişti. Yüzyılın başındaki Birinci Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi umutsuzluk ve umut yarattı. Ütopya ile anti-ütopya arasında bir diyalektik oldu. Ütopyalar ve anti-ütopyalar 20. yüzyılın, yoksulların, kadınların, ırk, cins ve etnik azınlıkların hakları için yürütülen hareketler kadar, komünizm, faşizm ve milliyetçi sosyalizm gibi toplumsal ve entelektüel hareketleri yansıtıyordu. Mimarlar ütopyacı planlar ürettiler. Mimarlar kendilerini, Ortaçağ’dan günümüze kadar insanların içinde daha iyi bir ömür sürebileceği mekanlar yaratan ütopyacılar olarak görmüşlerdir. Hiçbir zaman ortadan kaybolmamış komünal hareket 20. yüzyılda da ABD’de İkiz Meşeler, Doğu Rüzgarı; Meksika’da Los Horkones gibi yerleşimlerle devam etti.
Aldous Huxley (1894-1963) Ada’da (1962), Marx ve Engels’in ütopyasına atıf vardır: Sınıfsız toplum, herkesin yeteneğine ve ihtiyacına göre pay aldığı, bolluk ve refah içinde yaşanan, devletin olmadığı bir ütopik toplum modeli önerilir.
Leave A Reply