“Januz, garsona ne içeceğini söylediğinde, garson onun Almanca’sını anlayamamış gibi yaptı. Adele garsona sorun arayıp aramadığını ve Avusturya’da ırkçılığa karşı olan yasaların varlığından haberdar olup olmadığını sorarak oldukça kırıcı konuştu. Bu Januz’un kahve evlerinde sık sık yaşadığı bir sorundu, onun esmer teni diğerleri arasında hemen fark edilmesini sağlıyordu. Bazı bölgelerdeki barlara bir Yugoslav’ın ya da Türk’ün alınmadığı bir gerçekti. Ama kahve evleri bu zihniyetin dışında olmalıydı ve Adele’in Viyanalı olduğunu fark eden garson soğuk bir tavırla kibarlaşıvermişti.”
Görünmez Mimari, Steven Kelly, Gendaş A.Ş., 1998. Sayfa 150.
**
Heine, “Almanları tiksindirici buluyorum… Alman olan her şey bana talaş gibi geliyor.” “Alman değilim… bir Alman olsaydım dahi, bundan hiç gurur duymazdım. Ah! Onlar barbardırlar! Sadece üç tane medeni millet var: Fransızlar, Çinliler ve İranlılar.”
Heine’nin Yahudi olması tabii ki burada ciddi bir öneme sahiptir. Goethe ve Heine, tüm eserlerinin önemli bölümlerini İslami Doğu’ya adayan yazarlardır.
Yeni Oryantalistler, Ian Almond, Pinhan Yayıncılık, 2013. Sayfa 24, 25.
**
“İnsanlar şiddeti ve dünyanın ikiye bölünmesini kanıksamıştı: Doğu/Batı, mujik Kruşçev/genç lider Kennedy, Franco/Tito, Katolikler/Komünistler, vs.” (Sayfa 75).
“Ruanda’da olup bitenlere ilgi göstermek kimsenin içinden gelmiyordu, zaten Hutular mı iyi, Tutsiler mi, hangisi iyi, hangisi kötü bir türlü öğrenememiştik. Ezelden beri, Afrika’yı her düşündüğümüzde bir tür hissizlik çöküyordu üzerimize. Barbar adetleri ve Fransa’da şatoları olan zorba hükümdarlarıyla, Afrika’nın bizden önceki bir devirde yaşadığı ve dertlerinin asla sona ermeyeceği zımnen kabul görmüştü. İnsanı yılgınlığa sürükleyen bir kıtaydı.” (Sayfa 168).
“Arada bir tesadüfen, Buchenwald’da yakınlarını kaybetmiş birinden söz açılmadığı takdirde, kimse toplama kamplarını ağzına almıyordu, öyle zamanlarda da kederli bir suskunluk çöküyordu. Bu da kişisel alana dair bir bahtsızlık halini almıştı.” (Sayfa 57).
Seneler, Annie Ernaux, Can Yayınları, 2022.
Nasyonal Sosyalistlerin yaptırdığı bronzdan bir anıtta, 1683’te Viyana önlerinde ikinci kez yenilen Türklerin bayrağında hilal değil, Davut Yıldızı vardı. Türkler düşmanla, yani Musevilerle özdeşleştiriliyordu; bu rol karışıklığı, günümüzde, mevsimlik yabancı işçilere gösterilen düşmanlık nazarında trajik bir şekilde gerçekleşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yirminci Yüzyıl Müzesi’nde, Türk sanatçılarının kendi ülkelerinin ve göçmenlerinin günümüz şartlarındaki durumunu konu alan bir sergide, “Yarının Musevileri olmak istemiyoruz” deniyor.
Tuna Boyunca, Claudio Magris, YKY, 2019. Sayfa 180.
Leave A Reply