- Godard’ın stili, izleyicilerin dikkatini filmin içeriğinden çok stile dikkat etmelerini sağlayarak politik hale gelmiştir. Filmlerini politik olarak yaptığı gibi, politika hakkında da filmler yapmıştır.
- Vietnam ve Cezayir savaşlarına, Angola ve Kongo’daki zulme, politik mültecilere, Kennedy’nin öldürülmesine, ABD’deki ırkçılığa, sömürgeciliğe, Mao’ya, ABD ve SSCB’nin aya gidişine, Filistin davasına, Kuba’ya filmlerinde yer vererek politik duruşunu sergiler. Kendi hükümetinin projelerini, yöntemlerini de eleştirir. Zaman zaman anarşik söylemler kullanır.
- Birçok politik filmini, kendi adıyla değil, Dziga Vertov Grubu ile (1969-1973) yapmıştır.
- Endüstri olarak Hollywood’dan nefret etmesine rağmen, Holywood’un gangster ve silah temalarını sevmiştir.
- “fin visa de controle cinematografie” diye bitirir Weekend’i. CNR’nin (Centre National de la Cinematografie) filmler üzerindeki denetimini protesto eder.
- Anti-semitizm konusunda faşistlerle komünistlerin birleştiğini; özel mülk, monogami ve devletin dünyayı üçe böldüğünü düşünür.
- Seyircinin, kendi dünyasının dışında bir hayat anlatıldığını zannederken, birden anlatılanın aslında kendi hikayesi olduğunu kavrayıp avlanmasını amaçlayan Brechtyen yöntemi izler.
- Brecht’in tiyatroda yaptığını sinemada yapar, yabancılaşma temasını işler. Kişileri numaralayarak, bireyi yok eder, distopyaya yaklaşır.
- Döneminin geçerli sanat akımları olan Yeni Gerçekçilik ve Pop Art gibi Godard da ticari meta/TV/reklamlar ile ilgilidir. Aşkın ve kadının da ticari metaya dönüştüğüne dair, TV reklamlarını gördüğümüzü ama fark etmediğimize dair göndermeler yapar. Bazı markaları filmlerinde telaffuz eder, Hermes gibi. Tüketim toplumunun sonunun geldiğini düşünür. Tüketim toplumunu eleştirirken otomobil ve benzin istasyonu görüntülerini kullanır.
- Filmlerinde, dönemin sanat dünyasında bir araç haline gelmiş neonlarla yazılar yazar: Nouvelle Vague, Cinema, Riviera gibi.
- Kendisine kısıtlar koyar, kendisi ile yarışmayı sever.
- 1970’lerde televizyon için bir dizi video projesi yapar.
- 2001 yılında çektiği Aşka Övgü adlı filminde de en ufak bir ışık ve gölge özeni göstermez, çamur gibi renklerle (tanımlama Murathan Mungan’a aittir) çekim yaparak, bir video sanatı gösterisi gibi filmi sahteleştirir. Böylece, filmin küçük ve saklı hikayeleri nesneleşir, sahteleşir. Bellek ve tarih arasındaki ilişkiyi gündeme getirir. Finali, özellikle kötü çekilmiş görüntülerle yapar. Alain Resnais’nin Hiroşima Sevgilim’de izlediği yolu izler: filmine bir leit-motiv koyar, bu leit-motiv “Hayatınızın ne olmasını istersiniz? Bir roman mı, bir film mi, bir tiyatro oyunu mu?” cümlesidir.
- Bertolucci, Godard için, onun ışımak için kendinden başkasına ihtiyacı yoktur, der.
- Sartre, Godard’ın entelektüel olmadığını, dolayısıyla filmlerinin de entelektüel yapıtlar olmadığını söyler.
- The New Yorker dergisi, Godard’ın bir düşünce adamı olmadığını yazar.
- “Like so many Godard’s films, a love story with a bullet in it”.
Eric Rohmer (1920-2010)
- Cahiers du Cinéma’da tüm 50’li yıllar boyunca unutulmaz yazılar yazıyor. 1957-1963 yılları arasında derginin editörü. 1957 yılında Claude Chabrol ile birlikte hazırladıkları Hitchcock kitabı bir klasik. Tüm Yeni Dalga yönetmenlerinden önce, 1950’de kısa filmlerle yönetmenlik yaşamı başlıyor. 1959’da ilk uzun metrajlı filmini, Aslan Burcu’nu çekiyor. Ama ilk uluslararası başarısı 1969 yılında Maud’lardaki Gecem ile geldi.
- Yakınlaşmanın, cinsellik dışında her yanıyla ilgileniyor.
- Maddi durumun değişmesinin burjuva toplumundaki dostluk, güven, arkadaşlık kavramlarını nasıl etkilediği üzerinde duruyor.
- Filmlerini hep erkek bakış açısından anlatıyor. Ama filmlerinde, asıl güçlü olan kadınlar.
- Sadakat sorununun (bir kadına, bir düşünceye, bir dogmaya) çok üzerinde duruyor.
- Seyirciye, düşünen, düşünme yoluyla iletişim kuran, fikir ve ilke sahibi kişiler gösterir. Düşüncenin soyluluğunu vurgular. Sinemanın da düşünceleri iletecek bir alan ve araç olduğunu düşünür.
- Edebiyat kültürüne çok hakim olan Rohmer için metin olağanüstü önem taşır. Edebiyat uyarlamaları da yapar.
- TV filmleri de çeker, üniversitede sinema dersleri de verir.
- Sineması farklı, konuşan, düşünen, hem duygulara, hem beyne seslenen, kültürlü bir sinemadır.
Jacques Rivette (1928)
- Rohmer’in sineması romandan etkilenirken, Rivette’inki sahne dramalarının etkisinde kaldı. Süreklilik ve psikolojik yoğunluk olgusunu inceledi.
- Gerçeklik-düş ikilemini, uzun süren (hepsi iki saati aşan, en uzunu 750 dakika olan), gevşek örgülü öykülerle filme çekmiştir. Godard gibi Yeni Dalga prensiplerini kariyeri boyunca korumuştur.
Louis Malle (1932-1995)
- Yeni Dalga yönetmenleri arasındaki tek burjuva. Çok zengin bir ailenin çocuğu.
- 1958 yılında, Chabrol’un Yakışıklı Serge’i ile aynı yılda İdam Sehpası adlı ilk ve ünlü filmini çekerek Yeni Dalga’nın öncüleri arasına giriyor.
- Aynı yıl yaptığı ikinci filmi Aşıklar’da da Jeanne Moreau’ya rol verip onu yıldız yapıyor.
- Beyazperdede o zamana dek görülmedik bir serbestlikle cinsellik anlatarak skandal yaratıyor. Enseste varan bir ilişkiyi de filme çekiyor.
- İçinden geldiği burjuvazinin tüm gizli ve açık yasak ve tabularını çiğneyen filmler yapıyor.
- Fransız sinemasının çok farklı iki kanadını temsil eden iki oyuncuyu, Jeanne Moreau ve Brigitte Bardot’yu, aynı filmde bir araya getirip başarılı bir film gerçekleştiriyor, Viva Maria, 1965.
- 1960’lı yılların sonunda Hindistan’da belgeseller çekti. Drama, komedi, belgesel..pek çok türü deniyor.
- 1978’de Brook Shields’i The Pretty Baby adlı skandal yaratan filminde oynatıyor, filmin başarısı onu ABD’ye yerleşmeye ve uzun süre yalnızca orada film yapmaya yöneltiyor.
- ABD’deki ikinci filmi Atlantic City, 1980, yönetmene çeşitli Oscar adaylıkları getiriyor.
Aşka Övgü, Aslan Burcu, Atlantic City, Bertolucci, Brook Shields, Dziga Vertov Grubu, Eric Rohmer, İdam Sehpası, Jacques Rivette, Jeanne Moreau, leit-motiv, Louis Malle, Maud’lardaki Gecem, Pop Art, Sartre, The New Yorker, The New Yorker dergisi, The Pretty Baby, Viva Maria, Yeni Gerçekçilik
Leave A Reply