İnsanların kıtalar arasındaki hareketleri binlerce yıldır devam ediyor ve hiçbir zaman kesintiye uğramadı. Ticaret yapıldı, savaşlar, sürgünler yaşandı, insanlar su ve besin bulmak için çoğu zaman hayvanlarını izlediler, kuraklık ve salgınlardan kaçtılar, altın, tuz veya demir aradılar ya da kendi tanrılarına ancak diaspora da ibadet edebildiler, çöküşler, dönüşümler, yeniden yapılanmalar ve göçler oldu, daha iyi veya daha kötü yollardan geçtiler fakat hareket hiçbir zaman durmadı (1).
Deleuze ve Guattari göçebelik fikrini, modern devletin, yani vatandaşlarının yerleşik olacağı ya da yerleşik olmak zorunda olduğu ön kabulüne dayanan devletin denetleyici kurumlarına direnen kişiler için kullandılar. Devletler göç eden insanları, toplumsal düzene ciddi bir tehdit olarak görmüşler, Naziler gibi yönetimler bu insanların kökünü kazımaya çalışmışlardır. Deleuze ve Guattari göçebeliği, sınır tanımadan hareket etme pratiğini, sınırları delen yatay bir direniş biçimi olarak tanımlamıştır. Topraksızlık, savaş, yoksulluk yüzünden yaşanan zorunlu göçebelik, kapitalizmin acımasız yanlarından biridir (2).
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Pasifik kıyısındaki ABD eyaletlerinde, özellikle de Kaliforniya’da Asyalı göçmenlerin gelişine karşı yükselen bir düşmanlık söz konusuydu. Bu göçmenler “sarı tehlike” olarak niteleniyordu ve onlara Avrupalılarınkine benzer haklar tanımak meselesi kuşkuyla karşılanıyordu. Avustralya da Asya’dan gelen göçmen kalabalıkların fikri karşısında dehşet içindeydi (3).

1913 ile 1918 yılları arasında uygulanan nüfus ve iskan politikaları doğrultusunda yeni yerleşecek toplulukların o bölgedeki halkın %5 ila %10’unu geçmemesine dikkat edilir. Bu durum sadece Ermeniler için değil, bu dönemde Osmanlı toprakları dahilinde başka bölgelere nakledilen Rum, Kürt, Arap vb. topluluklar için de geçerlidir. Bunun tek istisnası ise Türklerdir. Türklerin sevk edildikleri yerlerde asimile olmamalarına büyük özen gösterilir.
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu, 14. İstanbul Bienali, Tütün Deposu, 2015.
Siyah adamlar ve beyaz sempatizanlar. Siyahların üzerlerinde renkli ceketler, çizgili gömlekler, açık renk kazaklar var. Sempatizanlar beyaz, giysileri siyah ve can sıkıcı. Sempatizanlar düzenin harika olduğuna inanmıyorlar, aksine her şeyin değişmesini istiyorlar, bu yüzden dudaklarına, kulaklarına veya burunlarına halkalar takıyorlar. Oysa sığınmacılar ilk başta gözlerine huzurluymuş gibi görünen bu düzenin içinde yer almak istiyorlar (4).
Afrikalılar Almanya’da hayatta kalmayı başarırlarsa, Hitler savaşı gerçekten kaybetmiş olacaktı (5).
(2003 yılında başlayan Avrupa Birliği) Dublin II (Tüzüğü) ile birlikte Akdeniz’e sahili olmayan bütün Avrupa ülkeleri, Akdeniz üzerinden gelen sığınmacıları muhatap almama hakkını kazanmış oldu (6).
İtalya sığınmacıların ülke dışına çıkmalarına izin veriyor, hatta memnuniyetle, çünkü ülkede zaten fazlasıyla varlar. İtalyan yasaları sığınmacılara iş aramak üzere Fransa’ya, Almanya’ya istedikleri Avrupa ülkesine gitme özgürlüğü tanıyor. Fakat Almanya sığınmacıları istemiyor, ülkede turist olarak 3 ay kalabilirler, sonra en az 3 aylığına İtalya’ya geri dönmeleri gerekiyor. Almanya’da ancak, İtalya’da aralıksız 5 yıl sığınmacı olarak yaşadıktan sonra iş arayabiliyorlar – o da eğer bu 5 yıl sonunda İtalyanlardan bir illimitata (sınırsız) alabilirlerse, sığınmacılara ülkede ikamet açısından İtalyanlara eşdeğerde hak tanıyan bir belge bu (7).
Senato, yasal bir zorunluluğu olmadığı halde durumları kesinlik kazanana kadar adamların her birine ayda 300 Euro ödüyor, belediye en azından belli bir süre için aylık kart veriyor, doktora ve resmi kurumlara giderken yanlarına refakatçi olarak verilmek üzere 12 kişilik danışman kadrosu görevlendiriyor, peki bu durmadan yakından tipler daha ne istiyor? (8).
Yabancıysan seçeneğin yoktur, ama istemek bile insanın bir şeyler isteyebileceği türden bir dünyada yaşadığını gösteriyor… Aslında istedikleri şey, kendi hayatlarını kendileri organize edebilmek. Fakat bu topraklarda oturanlar kendi alanlarını yasa maddeleriyle koruyorlar. Yeni gelenlere karşı zaman denilen mucizevi silahla saldırıyorlar, günleri ve haftaları kullanarak gözlerini çıkarıyorlar, ayları silindir gibi üzerlerinden geçiriyorlar ve daha hala seslerini kesmezlerse üzerinde geçici ikamet belgesi yazılı bir kağıt veriyorlar. Kabile savaşları da denebilir buna (9).
Yararlanılan Kaynaklar
(1) Gidiyor Gitti Gitmiş, Jenny Erpenbeck, Can Yayınları, 2022. Sayfa 168.
(2) Postkolonyalizm, Robert J. C. Young, İletişim Yayınları, 2024. Sayfa 84, 85.
(3) Labirent, Amin Maalouf, YKY, 2024. Sayfa 47.
(4) Gidiyor Gitti Gitmiş, sayfa 45.
(5) A.g.e., 64.
(6) A.g.e., sayfa 83.
(7) A.g.e., sayfa 84.
(8) A.g.e., sayfa 97.
(9) A.g.e., sayfa 98, 99.


Leave A Reply