Kimlik 6
Göçmenlik
- Tanınmama veya yanlış tanınma bir baskı biçimidir. Charles Taylor’a (1931-) göre kimlikler, inşaları için çevre tarafından tanınmaya bağımlıdırlar; tanınmazlarsa veya yanlış tanınırlarsa, oluşumları kötü şartlar altında gerçekleşir. Bu hem bireysel, hem de kolektif düzeyde geçerlidir. Yine Taylor’a göre, feodal toplumların ana ilkesi saygınlık iken, modern toplumun esas ilkesi eşit onur ilkesidir.
- Toplumların karmaşıklaşması, daha fazla sosyal grupta tanınma ihtiyacı yaratmıştır. Küreselleşme, daha fazla melezleşmeye ve kültürel farklılıkların daha iyi algılanmasına yol açmıştır.
- ABD’li filozof Nancy Fraser (1947-), tanınmayı siyasi bir kategori olarak görür: Tanınma, her şeyden önce sosyal adalet meselesidir. Temel prensip, devlete bağlı olan veya olmayan sosyal kurumlara katılım eşitliğidir (parity of participation). Bunun gerçekleşmesi için gereken ilk koşul maddi olanakların sağlanmasıdır. Aşırı yoksulluk sesini duyuramaz. Her yaşam tarzının eşit değerini kabul eden katılım eşitliği ilkesi, radikalleşmiş bir liberal eşitlik ilkesi olarak sunulur.
- Alman filozof Axel Honneth’a (1949-) göre, her adaletsizlik tanınmamadan doğar; tanınma ana konudur: Bireylerin kendilerini birey olarak algılayabilme ve rasyonel hesaplar yapabilme kapasiteleri, öncesinde çevre tarafından birey olarak tanınmış olmalarını gerektirir.
- Fransa’da 2005 yılının sonunda üç hafta süren banliyö ayaklanmaları ve birçok açıdan 2011 yazında İngiltere’de yaşanan ayaklanmalar tam da bu sorunla ilgilidir. Fransa’nın büyük şehirlerinin banliyölerinde yaşayan, büyük çoğunluğu işsiz, Sahra Altı Afrika ve Mağrip kökenli olan gençler arabaları ve kamu mallarını ateşe vermişler ve polisle sert çatışmalara girmişlerdir. Olaylar İslam’ın ve kontrolsüz göçlerin üzerine atılmış olsa da, aslında sömürgecilik ve yeni sömürgeciliğin ürünüdür. Irksal olarak damgalanmaları, işe başvurmaları sırasında yaşadıkları ayrımcılıkta açıkça görülür.
- 2009 yılında Ernst Bloch Ödülü madalyası ile ödüllendirilmiş olan ABD/Türk filozof Seyla Benhabib (1950-), uluslararası hukukun kaynağını devletlerin egemenliğinden aldığını; son senelerde uluslararası hükümet kurumları ve sivil toplum örgütlerinin sayısında artış olduğunu; göç hareketlerinin yoğunlaştığını; bu hukuki ve siyasi küreselleşmenin artık kozmopolit normlar gerektirdiğini savunmaktadır.
- 11 Eylül 2001’den başlayarak ABD, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerde dahi, Müslüman göçmenler ve yerleşimciler, siyasi soruşturmalara ve güvenlik soruşturmalarına maruz kaldılar.
- 2003 yılına gelindiğinde Batı Avrupa’da 15 milyonun üzerinde Müslüman yaşamaktaydı. Bu sayı, bölgenin toplam nüfusunun yaklaşık %4’ü; Finlandiya, Danimarka ve İrlanda’nın toplam nüfusundan daha fazla idi.
- Çinli muhalif sanatçı ve aktivist Ai Weiwei ve Hint asıllı Britanyalı sanatçı Anish Kapoor, 2015’te Avrupa’da yaşanan sığınmacı krizi ile ilgili sığınmacıların durumlarına ve yaşamsal haklarına dikkat çekmek için omuzlarında sığınmacıları temsilen battaniyeler taşıyarak ve mültecilerin kat ettikleri mesafeyi sembolik biçimde dile getirmek üzere Londra’da yürüyüş yaptı. Ai Weiwei, Kopenhag’daki sergisini, Danimarka hükumetinin mültecilerin değerli eşyalarına el koymasını öngören yasa tasarısının onaylanması üzerine kapatmıştı.
- İslam’a dair tematikler kamusal sanatta yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. 2007 yılında Kopenhag’ın sembolü Denizkızı heykeline kara çarşaf giydirildi. Bu suretle heykel, yabancı bir dinin boyunduruğuna girmiş bir kurban gibi gösterilmekteydi. Bu anonim eylemle, “ülkenin İslamlaştırılması tehdidi”ne dikkat çekilmek isteniyordu. Yine Kopenhag’da, başında geleneksel örtüsüyle Danimarkalı bir kadını temsil eden Balıkçının Karısı heykelinin yanında, başında İslami başörtüsü ile fotoğraf çektirten bir milletvekili ve göç uzmanı, iki örtü arasında bir aşinalık kurmak istemiştir. Danimarka Çağdaş Sanatı’nda tanınmış bir fotoğraf sanatçısı olan Trine Søndergaard (1972-), geleneksel örtü (strude) takmış kadın fotoğraflarından oluşan bir sergi açarak kimlikleri sorgulamak istediğini; Danimarkalı kadınların saygınlığın geleneksel işareti olarak taktığı örtü ışığında bakınca Müslüman kadınların örtüsü bir Ötekilik sembolü olmaktan çıkabilir, görsel sanat aracılığıyla, kültürlerarası bir aşinalık yaratmak mümkün olabilir diye düşündüğünü belirtmiştir.
- Ai Weiwei, Suriyeli mültecilerin durumunu dünyaya duyurmak için Midilli Adası’nda performanslar düzenledi. Ai Weiwei, Nilüfer Demir’in çekmiş olduğu Aylan Kurdi fotoğrafı ile aynı pozu vererek mülteci dramına bir kez daha dikkat çekmek istedi. Aynı amaçla Berlin Konzerthaus’un cephesindeki beş kolonunu göçmenler tarafından kullanılmış 14 bin can yeleği ile kapladı (Şubat 2016).

Anadolu’dan Yansımalar (Su, Us, Yolculuklar), Ragıp Basmazölmez, 2001.
Enstalasyon, ahşap bavul üzerine kumaş kaplama ve su sesi.
Baksı Müzesi.
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu
- Kendisine “gelecek arkeoloğu” denilen, sosyo-kültürel trendlerin gelişimini inceleyen Lidewij Edelkoort, bir başka kimlik daha tanımlıyor: sadece beğendikleri şeyleri paylaşıp, beğenmedikleri hakkında fikir beyan etmeyen, like jenerasyonu.
- Hanif Kureishi, Son Söz adlı eserinde “önemsiz detaylar insanın asıl yapı taşıdır” diye yazmış.

Efkar Kırıkları, Hüsamettin Koçan, 2000.
Hüsamettin Koçan şöyle diyor: “Oralı olmayanlar bir sınıra dayanıyorlar. Sahile gitmek aslında bir sınırla karşılaşmaktır. Öteki bizle yüz yüze gelmektir. Kıyıdaki için hep bir öteki yaka vardır. Onun için sınıra gelip dayanmak bir ötekiyle buluşmaktır. Oralı olmayan ve hepsi göçebe olanlar gelip o sınıra dayandıkları zaman aslında kendi sınırlılıklarını ve yabancılaşma durumlarının karşıtı olan bir psikolojiyle yaşıyorlar. İçimizdeki o yalnızlaşma ve yabancılaşma durumu.”
Koçan, Zeynep Yasa Yaman, Baksı Kültür Sanat Vakfı
Leave A Reply