“Sinema ile TV’nin yazılı sözün, yazılı anlatının yerini aldıkları bir çağda yaşıyoruz. Dünya ile iletişim kurmada yönetmenler, daha doğrusu oyuncular, yazarların yerini aldılar. Büyülenmiş gibi saatlerce görüntülere bakıyor, seslerini dinliyoruz. Bu nedenle daha az okuyoruz, artık hiç okumayanlar bile var. Okumadan, yazılı söz, yazılı anlatı, yazarlar olmadan yaşanabileceğini düşünüyorlar. Oysa yaşanamaz. Yaşanamamasının nedeni yalnızca sinema ile TV’nin yazılı söz, yazılı anlatı, yazarlar olmaksızın var olamayışları değil. Asıl neden, perdenin okurken düşünüldüğü gibi düşünmeye izin vermemesi ve vermeyeceği. Görüntüleri ve gürültüleri aşırı oyalayıcı, yoğunlaşmayı engelleyici. Bilemediniz, yüzeysel ve geçici düşünceler öneriyorlar. Çünkü bizi şaşırtmayı, eğlendirmeyi çok önemsiyorlar ve bu amaca ulaşmak için çok ilkel, çok çocuksu yöntemler kullanıyorlar. Beynimizi kullandırmayı önemsemiyorlar. Okumak için biraz beyin, daha doğrusu akıl ve kültür gerektiğini, iki gözü iki kulağı olan her budalanın ya da okumaz yazmazın, görüntülere bakıp sesleri dinleyebildiğini anımsatmayı gereksiz görüyorum. Yaşamak, yaşamı sürdürebilmek için düşünmek zorundayız. Düşünmek için de düşünce üretmek zorundayız. Kim, yazardan iyi düşünce üretebilir? Yazar, yaşamı emip düşünce olarak geri veren bir süngerdir. Başkalarının göremedikleri şeyleri görür, başkalarının işitmediklerini işitir, başkalarının tasarlayamadıkları sezemedikleri şeyleri tasarlar, sezer…Görmekle, işitmekle, tasarlamakla, sezmekle yetinmez: bunları başkalarına da aktarır. Sağlığında da, öldükten sonra da. Sevgilim, hiçbir toplum, yazarlar olmaksızın gelişmemiştir. Hiçbir devrim (iyisi de kötüsü de) yazarlar olmaksızın gerçekleşmemiştir. Dünyayı iyi ya da kötü doğrultuda harekete geçirenler, değiştirenler yazarlardır. Bu nedenle, yazarlık mesleklerin en yararlısıdır. En yücesi, en doyurucusudur.”
İnşallah, Oriana Fallaci, Can Yayınları, 1994.
Leave A Reply