Kapitalizm, kolonyalizm ve emperyalizm çok temel özellikleri paylaşan olgulardır ama emperyalizm ile kolonyalizm arasında önemli farklılıklar vardır (1).
Hem kolonyalizm hem de emperyalizm kavramları Avrupalı ulusların başka bölge ve ulusları işgal edip ele geçirdikleri bölgelerden ekonomik ve stratejik olarak fayda sağlamaları anlamına gelen genel bir çerçeve içinde kullanılır.
Emperyalizm kavramında, ekonomik ve stratejik sömürü ilişkisi sömürgeci ulusun ana yurdundan yönettiği politikalarla da devam ettirilebilir. Emperyalizm direkt bir politik kontrol biçiminde gerçekleşmek zorunda değildir. Emperyalizm olarak ifade edilen sömürgecilik, eşitsiz ekonomik güç ilişkisi üzerinden ya da kültürel etki üzerinden de gerçekleştirilebilir.
Emperyalizm, gayri resmi politik araçlar (geçici askeri işgal), ekonomik güç (finansal kontrol ya da ambargo uygulamaları) ya da kültürel etki (Hollywood filmlerinin dünyaya yayılması) gibi yollarla da gerçekleştirilebilir. Buna karşılık, kolonyalizm emperyalizmin daha özel bir biçimidir; kontrolün doğrudan ve süresiz olarak uygulandığı bir duruma atıfta bulunur (2). Emperyalizm daha çok ekonomi ağırlıklı olarak işleyen bir süreç iken sömürgecilik ekonominin yanı sıra sosyal ve kültürel unsurları da içeren bir süreç olarak işlemektedir (3).
Postkolonyalizm, kolonileştirme uygulamalarının işlediği süreçleri, bu süreçlerin sonuçlarını, sömürülme sürecinde ve neticesinde ortaya çıkmış sosyal ve kültürel olgular ile bu olguların beraberinde getirdiği sosyal, ekonomik ve siyasal ilişki biçimlerini araştıran ve tartışan bir sosyal bilim kuramıdır.
Çok karmaşık ve tartışmalı bir düşünce ve uygulama alanı olan postkolonyalizm, sömürgeciliğin tarihsel kökenlerini, oluşumunu, gelişimini ve sonuçlarını sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal, sanatsal açılardan ve edebiyat metinleri üzerinden inceleyen disiplinlerarası bir alandır (4).
Postkolonyal teori, 17. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasındaki kolonyal dönemin (açık sömürü döneminin) sona ermesine rağmen, başta popüler kültür ve Amerikan yaşam tarzı olmak üzere, yeni biçimleri ile halen güçlü bir şekilde varlığını devam ettirdiğini savunur (5).
Postkolonyal teori daha çok iki araştırma ve tartışma alanı üzerinden ilerlemektedir:
Birincisi, kolonileştirdikleri ülke ve insanları nasıl tanımladıkları ve bu tanımlamaların sağladığı ahlaki zemine eleştirel bir gözle yaklaşan çalışmalardır. İkincisi ise, kolonileştirilmiş olan ulusların, kolonileştirilmiş olmalarının sosyal ve kültürel alanda doğurduğu güncel sonuçlar ve bu sonuçların dile, sanata, siyasete, uluslararası ilişkilere, edebiyata ve ekonomik hayata nasıl yansıdığını inceleyen çalışmalardır (6).
Postkolonyal düşünce, bilginin nasıl ve kimler tarafından inşa edilip kontrol edildiği üzerinde önemle durur.
Postkolonyalizmin öne çıkan temsilcileri arasında Fransız sömürgesi Martinik doğumlu siyahi Marksist düşünür Frantz Fanon (1925-1961), Filistin asıllı Amerikalı eleştirel sosyal bilimci ve siyasal aktivist Edward Said (1935-2003), Hindistan asıllı edebiyat kuramcısı ve feminist eleştirmen Gayatri Chakravorty Spivak (1942-) ve Hindistan asıllı edebiyat ve kültür kuramcısı Homi K. Bhabha (1949-) en önde gelenlerdir.
Postkolonyalizmin bu önemli temsilcilerinin çalışmalarında Batı ile Doğu toplumları arasındaki sömürü ilişkileri, kültürel emperyalizm, sömürge karşıtı bilinç oluşumu (çok kültürlülük, Üçüncü Dünyacılık, siyah feminizm) üzerinde durulmaktadır.
Post-Marksist düşünürlerden Immanuel Wallerstein, Paul Baran, Paul Sweezy ve Samir Amin’in çalışmaları da teorinin gelişiminde etkili olmuştur (7).
Yararlanılan Kaynak
(1) Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler Dersi, Post-Kolonyal Teori Ünitesi, Anadolu Üniversitesi. Sayfa 189.
(2) A.g.e., sayfa 190.
(3) A.g.e., sayfa 216.
(4) A.g.e., sayfa 181.
(5) A.g.e., sayfa 196.
(6) A.g.e., sayfa 182.
(7) A.g.e., sayfa 182.
Leave A Reply