1980’lerde ortaya çıkan postkolonyal çalışmalar, sosyal bilimlerdeki hemen hemen her disiplini etkiledi: antropoloji, tarih, hukuk, edebiyat, felsefe, siyasal düşünce, sosyoloji gibi. Ayrıca beyaz olmayanların, kadınların, LGBTQ+’ların görünmezliklerini ortaya koydu (1).
Postkolonyalizm, zihni sömürgecilikten arındırmaya ve baskılanmış ya da değersizleştirilmiş bilgileri yeniden sahiplenmeye yönelik bilinçli bir girişimdir (2). Michel Foucault’nun tabiriyle “tarihsel olarak boyun eğdirilmiş bilgiler,” vardır (3). Sömürgecilik sadece yerli halkların değil, onların yerel bilgilerinin de yok edilmesi ya da tahakküm altına alınması demektir. Batı rasyonalizmi farklı türden bilgileri gözden düşürüp değersizleştirmiştir. Eskiden sömürgeleştirilmiş halkların çoğu, başta da bu halkların liderleri ve seçkin sınıfları Batılı düşünce kalıplarını korumaya devam etmiştir. Böylelikle bir tür “sınırda düşünce”, “melez düşünce” üremiştir (4). “İkili bilinç”, hem zenci hem de Amerikalı olmayı mümkün kılmak ister (5).
Postkolonyal çalışmalar, Avrupa sömürgeciliğinin Avrupalı olmayan kültürleri yok etme, kalıntılarını ise Avrupa müzelerinde sergileme tutumu ile mücadele eder. “Rhodes Heykeli Yıkılmalı–Rhodes Must Fall”, 2015 yılında Cape Town Üniversitesi‘nde yer alan, İngiliz sömürgeciliğinin en önemli isimlerinden Cecil Rhodes’un heykelinin kaldırılması için başlatılan bir protesto hareketiydi. Eylem daha sonra Güney Afrika genelinde eğitimin sömürgecilikten arındırılması için daha geniş çaplı bir harekete dönüştü. Çağrılar eğitimi, tarihi, mekanı, zihni, kütüphaneyi, hayatı, gardrobu, diyeti ve hemen her şeyi sömürgecilikten arındırmaya kadar genişledi (6).
Postkolonyal ve daha yakın tarihlerde kullanılan “dekolonyal” terimleri, çeperlerden, yerlilerden, dışlanmışlardan, mülksüzlerden gelen bu bilgilerin varlığına dikkat çeker, içinde yaşadığımız şartları ve değerleri dönüştürmeyi amaçlar (7).
Dekolonyal düşünce (decoloniality), sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra, bilgi ve yaşam düzleminde sömürgeciliğin devam ettiğini ve postkolonyal dünyada mücadelenin buna yönelmesi gerektiğini ileri süren bir düşünce akımıdır. Sömürgeciliğin, Avrupa merkezci bilgi hiyerarşilerinde varlığını devam ettirdiğini savunur (8).
Postkolonyal durum çoklu kimlikler yaratır; kültürel sınırların bulanıklaşmasına yol açar. Frantz Fanon buna “ikiye bölünmüş melez varoluş” der. Bu ikiye bölünme, Batılılaşmayı sorgusuz kabul edenler ile kendi kültürel kimliklerini ya da dinlerini korumak isteyenler arasındaki farklılık şeklinde basitleştirilir (9).
Yerleşimci sömürgeciler, yerleştikleri toprakların sakinlerine boyun eğdirdi; onları katletti ya da köleleştirdi. Karayip Adalarının büyük kısmının yerli nüfusunun kökü kazındı; İspanyol Amerika’sında 8 milyon kişinin öldürüldüğü ya da hastalık yüzünden hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. “Latin Amerika” tabirinin böyle sorunlu bir geçmişi vardır (10).
Yerleşimci sömürgeciliğin en eski sahnelerinden biri olan Güney Amerika‘da dekolonyal düşünce diye bilinen kendine özgü yerel bir eleştirel düşünce biçimi doğdu. Dekolonyal düşünce, kimi zaman postkolonyalizmden ayrılır ama pek çok yönden onunla örtüşür. Postkolonyal çalışmalar, tüm dünyaya uygulanacak biçimde tasarlanmıştır; sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı çıkışlar yapar. Dekolonyal düşünürler ise Latin Amerika’nın durumunun kendine has olduğunu öne sürerler. Postkolonyal teori, 19. yüzyıl emperyalizminin ve sömürgeciliğin tarihine vurgu yapma eğilimi taşır, fakat bunu yaparken Amerika kıtasının önceki yüzyıllarda yaşadığı işgal ve sömürgeleştirilmeyi es geçer; oysa Amerika kıtasının büyük bir kısmı Afrika kıtasının sömürgeleştirilmesinden önce bağımsızlığını kazanmıştır (11).
Yararlanılan Kaynak
(1) Postkolonyalizm, Robert J. C. Young, İletişim Yayınları, 2024. Sayfa 50.
(2) A.g.e., sayfa 35.
(3) A.g.e., sayfa 36.
(4) A.g.e., sayfa 53.
(5) A.g.e., sayfa 61.
(6) A.g.e., sayfa 55, 56.
(7) A.g.e., sayfa 36.
(8) A.g.e., sayfa 47.
(9) A.g.e., sayfa 40, 41.
(10)A.g.e., sayfa 49.
(11)A.g.e., sayfa 52.
Leave A Reply