EDEBİYATTA KADIN KARAKTERLER
- Dante, iffetli ve dokunulmamış Beatrice modelini ortaya attı. Dokunulmamış, iffetli Beatrice modeli yüzyıllarca gururla varlığını sürdürdü. Rönesans, bilge kadını ortaya çıkardı ve bilge kadın, şiirle düzyazıya yöneldi. Dickens, çocuk eş modelini ortaya attı ve çocuk eşler çoğalmaya başladı. George Eliot bu modeli taklit etti. Sonra soylu kadın, saf eş, sadık anne modelleri ortaya çıktı. Kadınlar da kendilerini bu modellere uydurmaya çalıştı.
- Flaubert, Yerleşik Düşünceler Sözlüğü adlı kitabında 19. yüzyılda burjuvaların sanatçıya ilişkin görüşünü aktardı: ”Sanatçılar: Hepsi soytarı. Bütün kadın sanatçılar ise sürtüktür.”
- Victoryen Dönem’de (1837-1901) Shakespeare’in eserleri dildeki kabalıklarından ve cinsel sözcüklerinden arındırılarak, aileler için yeniden basıldı. Sansür, yazara, esere, edebiyata ve okura uygulanan şiddettir.
- Aynı dönemde Charles Dickens (1812-1870), 15 romanının ve sayısız öykülerinin hiçbirinde etkileyici bir ergen kadın portresi çizmedi. Dönemin ideali çocuk kadına sadık kalarak sansürü içselleştirmiştir.
- Viktoryen Dönem’in yarattığı hayranlık uyandıran asil ve özverili, eşinin iyiliği için kendini feda eden, onun için didinen kadın ideali Charlotte Brontë’nin (1816-1855) Jane Eyre ve George Eliot’un (1819-1880) Middlemarch adlı eserlerinde işlenmişti. Gerçekçi bir yazar olan ve psikolojik çözümlemenin öncüsü olarak kabul edilen Mary Anne Evans, kadın olduğunu gizlemek için George Eliot takma adı ile eserlerini yayımlamıştır: İçsel sansüre ve kadının toplumdaki yerine işaret eden bir başka uygulama.
- Şehvet, tutku, aşk ve şiddet dolu duyguları içeren Uğultulu Tepeler adlı tek romanı ile Emily Brontë (1818-1848), skandala sebep olmuştu.
- Fransız yazar Emile Zola (1840-1902) ise ergen kadınların canlı portrelerini erotik bir çekicilikle çizmiş, Toprak adlı romanı, İngiltere’de müstehcen olarak sınıflandırılmış, yasaklanmış ve yayımcısına hapis cezası verilmişti.
- Edebiyattan kovulan erotizm ve cinsellik yeraltına inmiş, 1857 yılında bu tür yazına pornografi adı verilmişti: terim, fahişeler ve fahişelik üzerine yazılar anlamına geliyordu.
- Guatemalalı Nobel ödüllü yazar Migel Angel Asturias (1899-1974), Mısır Adamları (1949) adlı eserinde Orta Amerika yerlilerinde kadının ezilişini, törelere göre yargılanışı ve cezalandırılışını anlatırken, bir yandan da kadının şeytana karışmış bir varlık olduğunu yazar. Sayın Başkan (1946) adlı eserinde ise bir rahibin ağzından şöyle der: “ Erkek gibi ata binerek erkekle eşit olduğuna mı inandın? Büyük bir günah bu… Efendimiz Tanrı, kadını kadın yarattığı için, kadın kadın olarak kalmalı ve Tanrılığa özenip düş yıkımına uğrayan şeytan gibi erkekliğe özenmemeli.” “Söz etmeye değmez. Korsesiz bir kadın…Ne bayağı olduğu belli…”
- Büyülü Gerçekçilik’in babası sayılan Meksikalı yazar Juan Rulfo (1918-1986), ülkesinin kırsal kesimindeki şiddete dayalı, şiddetten kaynaklanan insan ilişkilerini kısa, kesik cümleler ve imgelerle dile getirmiştir. Eserlerinde (Kızgın Ova 1953 ve Pedro Paramo 1955), insanlar ölümün mırıltısıyla konuşurlar; ortam, ölümü yansıtır.
- Ülkemizde 2005 yılında yayımlanan Gabriel Garcia Marquez’in Benim Hüzünlü Orospularım adlı eserinde orospu;Beyinsiz bir vücut olarak algılanan,
Gel denildiğinde gelip, git denildiğinde giden,
Kaderine karşı çıkmaktan aciz,
Kendini para için boyun eğmek zorunda hisseden,
Kendi cinsine ve vücuduna saygısını kaybetmek zorunda bırakılmış ve buna alıştırıldığı için hiçbir şeyi yadırgamayan kadın olarak betimleniyor.
Benim Hüzünlü Orospularım, Büyülü Gerçekçilik, Charles Dickens, Charlotte Brontë, Dante ve Beatrice, Emile Zola, Emily Brontë, Gabriel Garcia Marquez, George Eliot, Jane Eyre, Juan Rulfo, Kadın, Kızgın Ova, Mary Anne Evans, Middlemarch, Migel Angel Asturias, Mısır Adamları, Pedro Paramo, pornografi, Pre-Raphaelite, Raffaele Giannetti, sanat, Shakespeare, şiddet, toprak, Uğultulu Tepeler, Victoryen Dönem
Leave A Reply