
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu, Amritsar, 2024.
Çin, imparatorluk döneminde, Avrupa Orta Çağ’ı benzeri bir kent ticari burjuvazisine hiçbir zaman sahip olmamıştır.
Batı Aydınlanma düşüncesi, Doğu hakkında gerekli ideolojileri bolca üretmişti. Çin, Osmanlı Devleti ve İran için eş ölçüde uygulanabilir bir kavram olan Doğu Despotizmi bunun en yaygınlıkla benimsenmiş temasıdır. Doğu Despotizmi kavramının işlevselleştirilmesi, İngiliz emperyalizminin öncülük ettiği entrikalarla olmuştur. Dinsel misyonlar ve ticaret erbabı başlangıçta böyle bir düzene ait olmamalarına rağmen, zamanla İngiliz ve Fransız emperyalizmine bağlanacak, ajan haline geleceklerdir.
Tarihte hiçbir imparatorluk 1693-1830 arasındaki Çin kadar zengin, kalabalık ve geniş olmamıştı. Çin barışının (Pax Sinica) içine sızan İngiliz, Fransız ve Ruslar, sonra da Japonlar ve Almanlar, bu uygarlığı kemirmeye başladılar. Beş Liman’ın Batı serbest ticaretine açılmasını ve Hong Kong’un İngiltere’ye bağlanmasını getiren Nan King Antlaşması, “eşitsiz antlaşmalar” dönemini başlatır; 1838 İngiliz-Osmanlı “eşitsiz” ticaret antlaşmaları da aynı tarihsel kesitte yer alır. “Eşitsiz Antlaşmalar” Çin için de Osmanlı Devleti için de bir tavizler politikasıydı ve kendi varlıklarını, “dinsel, politik ve sosyal organizmalarının” korunmasını sağlamak kaygısıyla kabullenilmişti. Çin, İngilizler tarafından 1860’dan sonra 11 Liman’ın serbest ticarete açılmasına zorlandı. Tai Ping‘deki isyanı güçlükle bastıran İngiliz-Amerikan güçleri, İmparatoriçe Zixi eliyle hanedanı yozlaştırdılar.
Çin Hindi, Hristiyan misyonerlerin dine “kazandırdıklarına” yönelik saldırılar, III. Napolyon‘un liman kentlerini işgali için bulunmaz bir fırsat oldu. Demiryollarının bölgeyi örmesinden önce Fransızlar bölgeyi tümüyle sömürgeleştirerek işlerini sağlama aldılar.
İran, Osmanlı ve Çin gibi eski bir devlet geleneğine sahipti. Ne Osmanlı Devleti gibi çok uluslu ve dinli bir ülke olarak Batı ülkeleriyle sürekli temas halinde olmak zorundaydı, ne de Çin gibi zengin kaynaklarından dolayı (petrolün yokluğunda) Batılı emperyalist ülkelerin misyonları tarafından ziyaret ediliyordu. 19. yüzyılın başlarında, Türkmen Kaçar Hanedanı döneminde, Asya yayılmacılığına devam eden, Kafkasya’yı ele geçiren Rusların İran’ın tümünü tehdit etmesi en çok İngilizleri ilgilendirdi. İngilizler Afganistan’ı ele geçirdikten sonra Belucistan ve Basra Körfezi çevresinde önemli denetim noktaları oluşturdular. Petrol ve demiryolu, emperyalizmin İran’a yönelik ilgisinin merkezi haline geldi. Osmanlı Devleti için olduğu gibi, Rusya ve İngiltere arasındaki rekabet siyasal bağımsızlığın belli ölçülerde korunmasına olanak verdi. 1907 İngiliz-Rus anlaşması ile İran toprakları iki nüfuz bölgesi arasında bölüştürüldü. Milliyetçi ayaklanmalar, şahlığın sert despotizmi ülkeyi 1926’ya kadar mutlak bir kaosun içinde tuttu.
Yararlanılan Kaynaklar
Dolaylı Eylem, Ulus Baker, İletişim Yayınları, 2012. Sayfa 205-211.
Leave A Reply