- Dünya 1750’lere kadar tarım devriminin etkisinde yaşamıştır. İmalat, lonca sistemi çerçevesinde, el aletleri kullanılarak, küçük atölyelerde yapılmıştır. Kitlesel üretim yapılmadığından büyük depo ihtiyacı da olmamıştır.
- 18. yüzyıl sonunda buhar gücünün ve buharlı makinelerin kullanılmaya başlanması ile üretim, ulaşım ve iletişimde büyük ilerlemeler olmuş; üretim fazlası oluşmuştur.
- Erken dönem sanayi yapıları, 18. yüzyılın sonlarına kadar doğal taş veya tuğladan, yığma strüktürlü, ahşap döşemeli ve fazla yüksek olmayan binalardan oluşuyordu. Kullanılan malzeme ve yapı tekniği nedeniyle, büyük açıklıkların bırakılmasına olanak yoktu.

Crystal Palace, Londra.
Çevre düzenleme uzmanı olan Joseph Paxton‘ın tasarladığı Kristal Saray 1851 yılında, çiçek seraları örnek alınarak, bütün uygar ülkelerin katılacağı uluslararası bir sergi için yapılmıştı. Açılışı, Kraliçe Victoria’nın kocası Prens Albert yapmıştı.
Kristal Saray 1854’te sökülüp başka bir düzende yeniden kurulmuş, 1866’da geçirdiği bir yangından zarar görmüş ve onarılmıştı. 1936’daki bir yangında ise tümüyle yandı; ayakta kalan kuleleri de İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’ye saldıran Alman uçaklarına hedef oluşturduğu gerekçesiyle 1941’de sökülmüştü.
Fotoğraf:aasid.parsons.edu
- Büyük boyutlu buharlı makinelerin yaygınlaşmasıyla geniş açıklıklı alanlara gereksinim duyulmuştur. Bu yeni gereksinimler yeni bir imalathane, depo ve fabrika mimarisini zorunlu kılmıştır. Ayrıca fabrikalarda çıkan yangınların, yapıları ahşap yerine daha dayanıklı malzemelerle inşa etmeyi de zorunlu kılması üzerine, dönemin yapı malzemeleri de değişmiş, demir ana taşıyıcı görevini üstlenmiştir. Dökme demir ilk kez, 1851’de Londra’da Hyde Park içinde kurulan Crystal Palace’da kullanılmıştır. Demir-çelik, betonarme ve cam yeni malzemelere örnektir.
- Bu dönemde dökme demir konstrüksiyonlu karkas, geniş cam cephelere, çatı ışıklıklarına, bölüntüsüz serbest planlara ve yüksek tavanlı geniş alanlara sahip binalar inşa edilmesine olanak tanımıştır. İşlevsellik, yararcılık, etkin düzenleme ve biçimsel basitlik bu dönem sanayi binalarının özellikleri olmuştur. Sanayi Devrimi’nin mimarlığa getirdiği akım Modernizm’dir.
- Sanayi Devrimi’nin ortaya çıktığı ülke olan Britanya, 20. yüzyıla gelindiğinde yerini ABD’ye kaptırmış bulunuyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD, toplam dünya üretiminin % 42’sini tek başına karşılıyordu; en önemli sanayi üretim merkezlerinden birisi New York’tu. New York’un merkezindeki SoHo, 19. yüzyılda, neredeyse tamamen sınai depolama ve üretim amaçlı inşa edilmiş binalardan oluşuyordu. New York’ta 19. yüzyılın ikinci yarısında Manhattan bölgesi de sınai faaliyetlerin yaşandığı bir başka bölgeydi.
- 19. yüzyıl sonlarında seri çelik üretiminin geliştirilmesiyle bina taşıyıcı sistemlerinde dökme demirin yerini çelik almış, bu da yüksek binalar inşa edilmesine olanak tanımıştır.
- 1911 yılında Frederick Winslow Taylor’a göre, üretimde pratik kurallar yerine bilimsel ve rasyonel kıstaslar esas alınırsa, fabrikaların üretkenliklerinde büyük artışlar sağlanabilecektir. Taylor’un bilimsel işbölümü, zaman ve mekanın rasyonelleştirilmesine ve ortaya çıkan sonuçların standartlaştırılmasına dayanmaktadır. Taylorizm’in başlıca ilkesi, bir ürünün üretim sürecinin olabildiğince parçalanarak basit işlemlere ayrıştırılması ve bu işlemler için vasıflı işçi gerekmediğidir. Taylor ilkelerinin ilk yetkin uygulaması Henry Ford tarafından otomobil üretiminde yapılmış ve bu uygulama 1920’lerde yaygınlaşmıştır. Bu yöntemde işler, yapılış sırasına göre bir üretim hattına dizilir ve kayan bant boyunca sıralanan işçiler yalnızca tek bir parça iş yapar. 1925 yılına gelindiğinde Ford, montaj hattında seri üretim teknolojisi ile önceden bir yılda ürettiği otomobil sayısına yalnızca bir günde ulaşmaya başlar. Fordist üretim 1930’ların ortasında Avrupa’da da uygulanmaya başlanır, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yayılır.
- Fordist üretim ile birlikte, sanayi üretiminde gereksinim duyulan binaların yapıları değişmiş, yatay-bant üretimi ile gereksinim duyulan mekan büyüklükleri artmış, buharlı makineler aracılığıyla kent merkezlerinde üretim yapmak üzere tasarlanmış binalar, imalathane ve depo binaları 1950’lerden başlayarak terk edilmiş, işsiz kalan üretim işçileri iş bulabilmek için kenti terk etmek zorunda kalmış, New York kent merkezi çöküntüye uğramıştır. Elektriğin yaygınlaşması, tramvayın ve otomobillerin ulaşımı kolaylaştırması, telefonla iletişimin basitleşmesi de kent merkezindeki yüksek maliyetli binalardan, kent dışındaki daha az maliyetli binalara geçişi avantajlı hale getirmiştir. Aynı etki dünyadaki tüm sanayileşmiş bölgelerde görülmüştür.
- Sanayisizleştirme olarak anılan budönemde kent merkezleri büyük iş ve nüfus kaybına uğramış, kentlerde işsizlik, suç, etnik gerilimler, işlevini yitirmiş, terk edilmiş yapı ve araziler gibi sosyal ve fiziksel sorunlar, kentlerde yaşanan ekonomik çöküşün en görünür belirtileri olmuştur. Ancak, sabit yatırımların ve inşa edilen bina stoklarının önemli bir birikmiş sermaye meydana getirmesi nedeniyle, söz konusu çöküntü uzun sürmemiştir.
(16 Eylül 2014 tarihinde bloğumuzda Fordizm ve Post Fordizm yazısı yayımlanmıştı.)
- Bir başka dönemsel gelişme de, İkinci Dünya Savaşı sonrasında cepheden dönen Amerikalı askerlerin, devletten aldıkları yardımları genellikle banliyölerdeki müstakil aile evlerine taşınmakta kullanarak, ülke genelinde bir kent merkezinden uzaklaşma akımı başlatmaları olmuştur. Kent merkezlerinin dışında açılmaya başlanan büyük alışveriş merkezleri de müşterileri kendine çekmeye başlayınca kent merkezindeki taşınmazların ederleri ve kiraları düşmüştür.
- Fordizm, hammadde girişi ve ürün çıkışı kolay olan, yatay düzlemde eklemlenerek büyüyebilecek, tek katlı ve geniş hacimli yapıların inşasına yol açmıştır.
- Fordist üretim, 1970’lerde yaşanan yeni bir bunalımın ardından yer yer terk edilmeye başlanmıştır. Batılı şirketler ürün tasarımını ve finansal yönetimi kendi ülkelerinde tutup, sınai üretimin büyük bir bölümünü üçüncü dünya ülkelerine, üretimin yapılmasının daha avantajlı olduğu ülkelere taşımaya başladılar. Esnek üretim sistemi, Post Fordist, sanayi sonrası yönetim ile sermaye mekanı sınırsızlaşmıştır. İşgücü piyasaları, ürünler ve tüketim kalıpları esnekleşir. Artık büyük fabrikalar değil, büyük markaların küçük merkezleri öne çıkar.
- Post Fordist üretim, çokuluslu şirketleri doğuran Postmodern bir üretim biçimidir.
- Taylorizm/Fordizm kitle üretimi ve tüketimi üzerine kuruluyken Post Fordizm esnek üretim ve tüketim düzenini öngörür. Bu üretim yapısının ürettiği Postmodern ekonomide, teknoloji yoğun üretim, kültür ürünleri sanayii, tasarım ve moda yönelimli üretim faaliyetlerinde sürekli yeniliklerin önerilmesi önemlidir ve katma değerin büyük kısmı bu tür faaliyetlerde üretilmeye başlanmıştır. Beyin emeği ile çalışan grubun büyüklüğü sanayi toplumuna göre çok artmıştır.
- Çokuluslu şirketlerin, çok sayıda ülkede etkinlikte bulundukları için çokuluslu olduklarını, ama mülkiyet ve denetimler açısından ulusal nitelikte oldukları da söylenir.
Leave A Reply