Han Kang bu eserinde 3 Nisan 1948 tarihinde başlayan, Jeju 4.3 Olayı diye anılan dönemi, iki kadının ağzından anlatıyor. Yine çok şiirsel; o kadar ki, ağır bir olayı kar tanelerinin düşüşü, kuşların kanat çırpışıyla, kuşların hafifliği ile olabildiğince katlanılır kılarak; ölümü canlı hale getirerek…
“Hayatlar ne kadar da kolayca ezilip kopabilme ihtimali ile kucak kucağa… Sadece tek bir karar ile…”, diye başlıyor anlatmaya.
Kızılları yok etmek amacıyla tüm yurtta en az 100.000 kişinin öldüğü söyleniyor.
1948’de hükümet kurulduğunda solcu olarak sınıflandırılıp eğitime tabi tutulan kişilerin üye olduğu bir örgüt varmış. Aileden birinin siyasi bir konuşmaya dinleyici olarak katılması bile örgütü üyelik olarak görülüyormuş.
Hükümetin belirlediği kotayı dolduracağız diye köy ve mahalle muhtarları tarafından keyfi olarak listeye isimleri eklenen pek çok kişi olmuş.
Dağdan inerlerse cezalandırılmayacaklarına dair verilen söze rağmen tutuklanmışlar.
İnsanları okul bahçesinde toplayıp daha sonra yakındaki bir tarlada veya su kenarında öldürmüşler.
Jeju adasında tedbir kapsamında tutuklananlar kurşuna dizilerek öldürülmüş.
Her hanedeki nüfus kayıtlarını kontrol eden askerler, evde olmayan erkeklerin dağdaki militan birliğine katıldığını farz ederek ailenin geri kalanını katletmiş.
“1950 yazında savaş patlak verince listeye göre hepsi tedbir bahanesiyle tutuklanmış ve kurşuna dizilmişti. Gizlice gömülenlerin sayısının tahminen 200 bin ila 300.000 kadar olduğu söyleniyordu. Hapishanede yer kalmadığı için askerler önceki mahkumların arasından insanlar seçerek bu insanları kurşuna dizdiler. O zaman ölen yaklaşık 1500 solcu ile 140 ada sakini olduğu söyleniyor.
Yaslı Aileler Cemiyeti‘nin başkanı askeri darbeden hemen sonra tutuklandı ve idam cezasına çarptırıldı. Genel Sekretere 15 yıl hüküm verildi.
Askeri hükümet istifa edene ve hükümetin başına ilk sivil devlet başkanı gelene kadar 34 yıl geçti.
Üç yıl boyunca 400 ceset toplandı ve 2009’da çalışmalar durduğu için binden fazla ceset kobalt madeninin içinde kaldı. O üç yıl sadece madende değil, yurt genelindeki katliam alanlarındaki kalıntıların da gün yüzüne çıkarıldığı dönemdi. Uçak pistinin altında da kemikler vardı.
Askerlerin alev makineleri ile caddede duran silahsız vatandaşları hedef aldılar.”
Komünistliğin engellenmesi için verilen Amerikan Ordu Komutanlığı‘nın emri vardı ve o kış adada 30.000 kişi, ertesi yaz ise karada 200.000 kişi katledildi. Bu emri gerçekleştirmeye hevesli aşırı sağcı Kuzeyli gençler polis ve asker üniforması giyerek adaya geldiler, sahil kapatıldı, basın kontrol edildi. Ölen 10 yaş altı 1.500 çocuk vardı, savaş patlak verdi. Bütün şehir ve kasabalardan iki yüz bin kişi kamyonlarla götürüldü, gözaltına alındı, vuruldu, gizlice gömüldü ve hiç kimseye kaybettikleri yakınlarıyla ilgili bilgi verilmedi, cesetleri almalarına da izin verilmedi. Yaslı aile fertleri ağızlarını açtıkları an damga yiyecek olduklarından susmuştu. Vadilerde madenlerde ve uçak pistlerinin altından misket yığınlarıyla minicik delikleri olan küçük kafatasları ortaya çıkarılana kadar onlarca yıl geçti.
Edebiyat sadece zevk vermez; bilgi de verir, ufuk açar, düşündürür. Han Kang, Kore’de yaşanan ama unutulmayan/unutulamayanları dünya okurları ile paylaşarak faşizmin/diktatörlüğün izlediği yolları, uyguladığı yöntemleri anlatarak bizi uyarıyor; faşizmi tanımamızı, yandaşlarını öğrenmemizi sağlıyor. Uzaktan bakınca içinde yaşanılan rejim daha kolay tanınabiliyor.
Veda Etmiyorum, Han Kang, April Yayıncılık, 2024.
Leave A Reply