
Turna kuşu birçok uzun ömürlülük simgesinden biridir. Turna aynı zamanda bilgeliğin de simgesidir. Bir Taocu rahibin ölümünden ‘tüylü bir turnaya dönüşmek’ olarak söz edilir. Kaya üzerindeki bir turna kuşu güneşe bakarken betimlendiyse her şeyi gören yüksek makamda bir memuru simgeler (1). ‘Beyaz Turnanın Oğlanı,’ kozmik Kunlun dağlarındaki ‘yeşim boşluğu’ sarayında yaşayan ve tanrıların hizmetkarı olan kutsal varlıktır: tanrıların haberlerini iletir ve kahramanlara yardım eder (2).
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu
Savaşan Devletler dönemi (MÖ 476-221) aynı zamanda felsefi açıdan Yüz Düşünce Okulu dönemi olarak da adlandırılır. Tarihte birçok kez görüldüğü gibi, merkezi devletlerin parçalanması kimi zaman felsefenin gelişmesine katkıda bulunabilmektedir. Her kriz aynı zamanda yeni fikirlerin ve yeni kültürel geleneklerin ortaya çıkması demektir. Örneğin, MÖ 5. ve 4. yüzyılda Yunanistan’da Peloponez Savaşı patlak verdiğinde bu durum felsefenin canlanmasına yol açmıştır. 10. yüzyılda parçalanan İslam İmparatorluğu ile 18. ve 19. yüzyıldaki parçalı Almanya’nın toplumsal yapısı da düşünsel felsefi gelişmeyi teşvik etmiştir. Yüz Düşünce Okulu dönemi MÖ 220’de Qin Hanedanı’nın bütün kavimleri bir çatı altında birleştirmesiyle son bulmuştur (3).
Söz konusu “yüz” sayısı, Geç Zhou döneminin entelektüel canlılığını yansıtmak için kullanılır. Konfüçyüs’ün torununun öğrencisi Filozof Mensiyus / Meng Zi’ye göre (yak. MÖ 470-391), insan doğası fıtraten iyiydi, ama toplum tarafından yozlaştırılıyordu. Meng Zi’nin toplumsal hiyerarşi görüşü, Çin üst sınıfı arasında 20. yüzyıla kadar çok yaygındı. Onun görüşüne göre toplum iki gruptan, yönetici üstün sınıf ile yönetilen bayağı insanlardan oluşuyordu. Çalışan sınıfları hor gören bu anlayışın kökü 20. yüzyıla kadar kazınamadı (4). Latin ülkelerinde olduğu gibi Çin’de de, zenginlerin tırnak uzatması ve bunun zenginliklerinin simgesi olması, yakın geçmişe kadar sürmüş bir gelenekti: bu ellerin, iş yapan bir kişinin elleri olmadığı açıktı! 7. yüzyıldan itibaren, bu saygınlık simgelerini kırılmaktan koruyan tırnak koruyucuları kullanılmıştı (5). Yönetilen kesim, çiftçiler, tüccarlar ve askerler olarak üç zümreden oluşuyordu. Çiftçiler, toplumun temel direği sayılıyor ve en yüksek konumu işgal ediyordu; tüccarlar, üretici olmayan, başkasının sırtından geçinen bir kesim olarak görülüyor; askerler ise dışlanıyordu (6).
Meşruiyetçiler, insan doğasının esasen kötü olduğuna ve bunu ancak yasa egemenliğinin kontrol altına alabileceğine inanıyorlardı. Bu nedenle, güçlü merkezi ve mutlak bir devleti savundular. Baskının meşru olduğunu, hükümdarlığın babadan oğula geçmesi gerektiğini öne sürdüler. Bu düşünce okulunun önderi Han Fei (yak. MÖ 280-233 arası), devlet bünyesindeki herkesin çalışması gerektiğini, başarılı bir devletin refahı için askeri gücün ve üretken tarımın temel unsur olduğuna inanmıştı. Mao döneminde Han Fei’nin felsefesi yeniden ilgi odağı olmuştu (7).
Yararlanılan Kaynaklar
(1) Çin Simgeleri Sözlüğü, Wolfram Eberhard, Kabalcı Yayınları, 2000. Sayfa 307.
(2) A.g.e., sayfa 308.
(3) Şüphenin Tarihi, Sadık Usta, Epsilon Yayınevi, 2021. Sayfa 151.
(4) Kısa Çin Tarihi, Gordon Kerr, Say Yayınları, 2021. Sayfa 33.
(5) Çin Simgeleri Sözlüğü, sayfa 302.
(6) Kısa Çin Tarihi, sayfa 33.
(7) A.g.e., sayfa 34.
Leave A Reply